Hafız İsmail (70)

Osman Uzunkaya

                Köy otobüsünün vaktinde gelmemesi bekleyenleri bir hayli endişelendirmişti. Zaman ilerledikçe söylentiler arttı. Otobüsü bekleyenler birlerine; “Ne oldu da gecikti bu posta?” “ Lastiği mi patladı ne?” “Nerede kaldı ki?” “Arızalandı mı acep?” gibi sorular soruyorlar, sanki söz birliği etmişçesine;  “inşallah daha fazla gecikmez.” Diye temenni de bulunmaktan geri durmuyorlardı. Köylülerden bazıları oracıkta gezinirken bazıları da Köse bakkal’ın önüne çömelmiş, sigaralarını tüttürmekle meşguldü. Akşam namazı için camiye yönelen cemaat, otobüsü bekleyenlerle konuşmaya daldı. Daha sonra sohbete hafız İsmail ile topak Nedim ve Tahsin ağa da katıldı. Henüz birkaç kelam etmişlerdi ki, özlemle beklenen otobüsün homurtulu sesi kulaklarda yankılandı.  Hepsi pür dikkat o sesin geldiği yöne doğru başlarını çevirdiler. Otobüs kalabalığın önünden geçip biraz ilerde durdu. Bekleyenler merakla otobüsün yanına koştular. Yolcular birer ikişer inerken oradakiler, yolcuların eşyalarıyla uğraşan muavin Sedat’ı soru yağmuruna tuttu. Gecikmenin otobüsün lastiğinin patlaması yüzünden meydana geldiğini öğrenince, meraklarını gidermenin rahatlığıyla sessizliğe gömüldüler. Dikkatler o hengâmede otobüsten kaçarcasına inen açık saçık kıyafetli yabancı iki kadına yöneldi. O esnada bekçi Nasuh’un; “Hanımlar, beni takip edin!” Diyen sesi duyuldu. Bekçi Nasuh’un peşinden koşar adım yürüyen kadınlar göz açıp kapayıncaya kadar ortadan kayboldular. Onların kim olduğunu ve kime geldiklerini Tahsin ağa’ya soran hafız İsmail, Tahsin ağanın; “Ah! Hafız, bilmediğin o kadar çok şey var ki” Sözünü şaşkınlıkla karşıladı. Tahsin ağa’ya; “Anlamadım neymiş o bilmediklerim?” Diye sordu. Tahsin ağa; “ Namazdan sonra anlatırım.” Dedi. Ardından tatlı bir kahkaha attı. Onun bu davranışına ne anlam verebilmiş, ne de akıl sır erdirebilmişti. Tahsin ağa ne demek istemiş, niçin kahkaha atmıştı? Anlamakta güçlük çektiği bu tuhaf davranış neyin nesiydi? Kendi kendine bu da ne demek? Diye sordu. Camiden çıkınca gözleri Tahsin ağa’yı aradı. Ama o çoktan evin yolunu tutmuştu. Namazdan sonra anlatırım deyip alelacele buradan çekip gitmesi ne demek oluyordu? Zihni bu sorularla çalkalanırken koluna giren muhtar kara Mustafa’yı neden sonra fark etti.

                Aklına koymuş, kararını vermişti.  Mektebi dağıtır dağıtmaz Tahsin ağa’nın karşısına dikilip; “Nedir bana anlatmaktan kaçtığın şey?” Diyecekti. Tahsin ağanın evine doğru yürümeye başladı. Gazi çavuşun evinin önünden geçerken; “Hafız!” Diye bağıran bir ses işitti. Bu sesin sahibi gazi çavuştan başkası değildi. Bir an durdu, sonra ardına dönüp etrafa göz gezdirdi. Ancak kimseyi göremedi. Tekrar sesin geldiği yöne bakınca evinin penceresinden el kol işaretleriyle kendisini davet eden gazi çavuşu gördü. Geri döndü ve gazi çavuşun kapısının tokmağına yavaşça dokundu. Kapıyı açan gazi çavuşun kızı Elif, onu babasının yanına götürdü. Kapıda hafız İsmail’i karşılayan gazi çavuş onunla tokalaşıp; “Hoş geldin hafız efendi, gel otur hele.” Diyerek, sedirdeki kırmızı beyaz çizgili en kaba mindere buyur etti. Sonra da; “Ne hoş bir tesadüf, bende muhabbet edecek birini arıyordum.” Dedi. Hafız İsmail’in aklı Tahsin ağadaydı. Bir bardak çay içtikten sonra, gazi çavuştan müsaade istedi. Gazi çavuş gür sesiyle; “Olur mu hafız! Gelir gelmez ne müsaadesi öyle.” Diye söylendi. Hafız İsmail mırın kırın etse de, gazi çavuşun onu bırakmaya pek niyeti yoktu.   (devam edecek)

                Sağlıcakla kalınız.