Bugün annesini toprağa verişinin yirminci günüydü. Ona her geçen gün annesizliğin acısı biraz daha dokunuyor ve içini sızlatıyordu. Avluyu gören küçük pencereden dışarıyı seyre dalmıştı. Birden rahmetli annesinin hayaliyle karşılaştı. Daha sonra zihninde beliren imgenin şaşkınlığıyla kendine geldi. Boşluğa bakan gözlerini tavana dikerek; Allah’ım sen bana sabır ver diye mırıldandı. Yanağından süzülen yaşları gören hanımı; “İsmail, aklını başına al! O pencereden dışarı baktığında anamın hayaline kapılıp kendinden geçiyorsun. Ne olur o pencerenin önüne bir daha oturma.” Diye söylendi. Sanki tarif edemediği bir güç annesinin hayalini göstermek için onu pencerenin önüne çekiyordu. Hafız İsmail olanlara bir anlam veremiyordu. Hakkında “Deriyi bile yürütür.” Dedikleri büyük caminin imamı cinci Mustafa’ya durumunu anlatınca cinci Mustafa ona sadece; “Pencereden uzak dur!” Demekle yetinmişti.
Annesinin ölümünden sonra muhtar Recep ağa, azaları sarı Mehmet ve patis Kazım’la birlikte iki güne bir Hafız İsmail’i ziyaret edip, onu yalnız bırakmamaya çalışıyorlardı. Hafız İsmail’in acısını yüreğinde duyan sadece onlar değildi. Öğretmen Cemal, bakkal Faruk, muavin Sami ve köy halkının tamamına yakını son birkaç gün öncesine kadar sık aralıklarla taziye ziyaretlerini sürdürmüşler, hafız İsmail’in üzüntüsünü hafifletmek adına hep yanında olmaya gayret etmişlerdi.
Zaman, acıları tedavi eden en etkili ilaçtı elbette. Hafız İsmail’in yüreğindeki yara kabuk bağlamaya başlamıştı. Hüznü hala diri olsa da, hayat devam ediyordu. Köyünde bir başına bırakıp geldiği babası hiç aklından çıkmıyordu. İçinden ah babacığım tek başına nasıl yaşarsın? Ne yer, ne içersin? Diye geçirdi. Ağabeyi, ablası ve kardeşleri köyde babasının yakınındaydı. Onlar hem birbirlerine destek olur, hem de babamı yalnız bırakmazlar diye düşündü. Bu düşünce biraz olsun keyfinin yerine gelmesine sebep olmuş, uzun süredir hissetmediği yaşama sevinci yeniden belirmişti. Sevincini hanımı ve oğluyla paylaşmak için mektebi erkenden kapatarak evinin yolunu tuttu.
Günler geçmiş, okulların kapanma zamanı bir hayli yaklaşmıştı. Hafız İsmail yanına aldığı iki talebeyle birlikte mektebin kapı ve pencere sövelerini tamir edip, duvarları badana etmişti. Daha sonra hanımı ile komşu kızı Ayşe’yi çağırıp, mektepte tepeden tırnağa güzel bir temizlik yaptırmıştı. Geçen yıl olduğu gibi, bu yılda okullar kapanır kapanmaz Faruk öğretmenle yardımlaşıp okulun sıralarını mektebe yerleştirecek, hiç vakit kaybetmeden okulda okuyan öğrencileri mektepleriyle buluşturacaktı. Kafasında bu dönem uygulamayı düşündüğü çok farklı planlar vardı. Öncelikle bunları Faruk öğretmenle istişare edip olgunlaştırmalı, ardından da muhtar Recep ağanın desteğine talip olmalıydı.
Bir önceki yaz döneminde mektepte okuyan talebe sayısı yirmi ile yirmi beş arasındaydı. Oysa okulun seksenin üzerinde mevcudu vardı. Neredeyse öğrencilerin üçte ikisi mektebe gelmiyordu. Hafız İsmail’in en önemli hedeflerinden biri de mektebin talebe sayısını geçen yıla göre bir kat daha artırmaktı. Eline kağıdı ve kalemi alarak yere uzandı ve yazmaya başladı. Hacı Hüseyin’in Ali ve Osman, Topal Mevlidin Rıfat, Sarı Mehmet’in Ramazan v.s. Liste uzayıp gidiyordu. O anda aklına dört tane oğlu olup mektebe hiç birini göndermeyen muhtar Recep ağanın küs olduğu ağabeyi deli Muhsin geldi. Köyün belalısı olan deli Muhsin’i ikna etmek çokta kolay değildi. Ama elinden geleni yapacak, o çocukları da mektebin listesine dahil edecekti. (devam edecek)
Kalın sağlıcakla..