Hafız İsmail (69)

Osman Uzunkaya

                Gazi Çavuş’un azmine diyecek yoktu. Bir taraftan muhtar kara Mustafa’yı,  diğer taraftan Sevim öğretmeni ikna etmek için gösterdiği çaba meyvesini vermişti. Sonunda iki tarafın da üzerinde anlaştığı bir orta yol bulundu. Bundan böyle okul öğrencileri her hafta Perşembe ve cuma günleri okuldan çıkınca mektebe gidecek, orada okuyacaklardı. Bu haberi ilk kez gazi Çavuş’tan duyan hafız İsmail ona; “Ne güzel olmuş. Allah senden razı olsun gazi ağa” Diyerek teşekkür etti. İçinden bu bir başlangıç diye geçirdi. Kısa süren sessizlik gazi Çavuş’un; “Hafızım yoksa sende benim düşündüğüm gibi mi düşünüyorsun?” diyen sesiyle son buldu. Hafız İsmail; “Evet gazi ağa, bir müddet sonra bakarsın o iki gün, üç güne çıkar belli mi olur!” Diye söylendi. Bir an duygulanan gazi Çavuş, yeleğinin cebinden çıkardığı gazi madalyasını öptükten sonra; “İşte mücadelemin nişanesi” Diye söylendi. Sağ elinin olmayan başparmağıyla tutmakta zorlandığı madalyasını yeleğinin cebine yerleştirdi. Nemli gözleriyle hafız İsmail’in yüzünü süzdü. Konuşmasını zafer kazanmış bir asker edasıyla sürdürerek; “İnsan askerde her şeyle mücadele etmeyi ve asla pes etmemeyi öğreniyor.” Diyerek bitirdi.

                Köyde, her yaz döneminde olduğu gibi bu yaz döneminde de bir koşuşturma başladı. Bu koşuşturma bazı zamanlar daha da artar, insanlar telaştan adeta adını bile unuturdu. İlk defa yulaf ve arpalara girilir, daha sonra buğdaylar biçilirdi. Buğday sapları harman yerine taşındıktan sonra burada yeni bir düzen kurulurdu. Köy boşalır, hayatın nabzı harman yerinde atmaya başlardı. Sap öbekleri azaldıkça bir taraf samanla, bir taraf da buğday denelerinin konduğu çuvallarla dolardı. Düvenle sap sürenler Güneş tepelerine dikildi mi ne yapacaklarını şaşırırlar, Güneşten daha az etkilenmek için baş ve boyunlarında sarılı olan bezlere yenilerini eklerlerdi.  Arada bir yüzünü gösteren rüzgâr her yeri tarumar eder ne var ne yoksa sürükler götürürdü. İnsanlar rüzgârdan kaçacak delik arar, güç bela at arabalarının altına veya buğday çuvallarının arasına sığınarak kendilerini korurlardı.

                Önceki köyde hocalık hakkını harman yerini dolaşarak toplayan hafız İsmail, Bu köyde böyle bir zahmete girmeyecekti. İhtiyar heyetinin belirlediği listeyi hafız İsmail’in eline tutuşturan muhtar kara Mustafa hafız İsmail’e; “Hafız efendi, bu liste de adı bulunanlar senin hocalık hakkını sana ayırdığımız nodaya getirecekler. Buğdayları nodanın başında bulunacak olan bekçi Nasuh alacak. İstersen o günlerde buğdaylarını sende bekçi Nasuh’la beraber teslim alabilirsin.” Dedi. Hafız İsmail, muhtar kara Mustafa’nın sözlerini can kulağıyla dinledikten sonra, elindeki listeye şöyle bir göz attı. Anlaştıkları gibi listede yazılı olan buğday miktarı kırk beş kileydi. Listeyi birkaç defa inceleyen hafız İsmail muhtar kara Mustafa’ya; “İyi düşünmüşün muhtarım. O tarihlerde bende nodanın başında bulunurum. Böylece hem bekçi Nasuh’a yardım eder, hem de gelen buğdayları teslim almış olurum.” Dedi. Muhtar kara Mustafa; “Tamam o zaman anlaştık.” Diyerek, hafız İsmail’in omzuna hafifçe dokundu. Hafız İsmail, başını sallayarak memnuniyetini ifade etti. Muhtar kara Mustafa yanından uzaklaşırken, derinlere dalıp gitti. Oturduğu ağaç kütüğünden kalkarak evine doğru yürümeye başladı. Hem yürüyor, hem de elindeki listeye göz gezdiriyordu. Yüreğini dolduran huzur içini ısıttı. Kendi kendine, bu yılın buğdayını satar parasını sarraf Kadir’e emanet ederim. Onda birike dursun bakalım. Gün ola harman ola, diye mırıldandı.     (devam edecek)

                Sağlıcakla kalınız.