Ne elinde, ne avucunda tek kuruşu vardı. Şehre gitmiş olsa sarraf Kadir’e uğrar ona emanet ettiği paradan bir miktar çekerdi. Mektebi yeni açtığından bir günlüğüne bile olsa köyden ayrılması uygun düşmezdi. Biraz zaman geçmeli, mektepte bazı şeyleri rayına oturtmalıydı. Ondan sonra gider, ne lazımsa şehirden alır gelirdi. Muhtar kara Mustafa’ya yeterince yük oldum diye düşündü. Öyle her şeyi zıt pırt ondan istemek olur muydu? İçinden, olmaz tabi diye mırıldandı. Önceki köydeki Faruk bakkalı hatırladı. Faruk bakkaldan teklifsiz alış veriş yapar, eline para geçtiği vakit borcunu öderdi. Allah var oda alacağını ne ister ne de ima ederdi. Ama bu köyde henüz yeniydi. Üstelik köse bakkal lâkabıyla bilinen bakkal İbrahim’i cemaatte görmediğinden onu tanıma fırsatı olmamıştı. Köye taşındığında muhtar kara Mustafa onu köse bakkalla tanıştırmış, ancak o günden bu güne bir daha köse bakkal’la görüşmek nasip olmamıştı. Bir an kendisini arada bir; “Yırtık ol hafız. Aç gözünü!” Diyerek uyaran muhtar Recep ağayı hatırladı.” Sonra babası hacı Mehmet’in; “Bu zamanda işini bileceksin oğul. Yeri geldi mi hakkını savunacaksın! Acizlik bize yaraşmaz.” Sözü kulaklarında çınladı. Aciz değildi. İşini, gücünü biliyordu. Sadece biraz çekingen davranma huyu vardı. Birilerinin gönlünü incitmemek için ağzından çıkacak sözü söylemeden önce tıpkı sarrafların hassas terazisiyle altın tarttığı gibi tartıp öyle söylerdi. Bazı şeyleri içinde yaşar, çevresine pek belli etmezdi. Ama ahlaktı işte. “Can çıkar, huy çıkmaz” Denilmişti. Muhtar Recep ağanın dediği gibi biraz gözünü açmalıydı. “Ağlamayana meme verildiği” Nerede görülmüştü. Namaz kılarken bile aklından çıkaramadığı veresiye alış veriş meselesini ne yapıp edip çözmeliydi. Tüm cesaretini toplayarak köse bakkal’ın yolunu tuttu. Elindeki kamış sepetle bakkalın solgun boyalı kapısını yavaşça itti. Köse bakkal’ı göremeyince ani bir refleksle geri döndü. Adımını kapının eşiğine attığı sırada “Buradayım” Diyen sesle irkildi. Yüzünü sesin geldiği yöne çevirdi. Üzüm karası gözlerini gererek; “Buyur hoca ne istedin.” Diyen köse bakkal’a; “Bazı ihtiyaçlar vardı da!” Diye cevap verdi. Sonra toz şekerden, gaz yağına kadar alacaklarını sıraladı. Köse bakkal hafız İsmail’i dikkatlice dinledi. Yüzünde beliren tebessümle; “Tamam hoca ya! Biraz konuşalım hele. Sonra alacaklarını alırsın.” Diye söylendi. Hafız İsmail’in ona utana sıkıla söylediği; “Ama veresiye olacak.” Sözüne oralı dahi olmadı. Köse bakkal’la bir müddet sohbet eden hafız İsmail, aldıklarını sepetine yerleştirirken içinden için den meğer köse bakkal’da bakkal Faruk gibi hoş bir insanmış diye geçirdi. Köse bakkala veda ederek dükkândan ayrıldı. Günlerdir kafasını meşgul eden alış veriş meselesini halletmiş olmanın rahatlığıyla evine doğru yürümeye başladı.
Mektep dağılmıştı. Evine gitmek üzere dışarı çıkan hafız İsmail, Sevim öğretmeni karşısında görünce şaşırdı. O,“Müjdemi isterim.” İsmail Ağabey deyince şaşkınlığı daha da arttı. Hafız İsmail’in şaşkınlığı devam ederken, omzunda asılı duran nar kırmızısı çantasından çıkardığı mektubu ona uzattı. Mektup köydeki babasından geliyordu. Heyecan dolu bir ses tonuyla; “Sağ ol Sevim bacı” Diyerek mektubu alan hafız İsmail, sanki sevinçten havalara uçacakmış gibi oldu. Mektubu okumak için sabırsızlandığı her halinden belliydi. Nihayet özlemle yanıp tutuştuğu babası, kardeşleri ve köyünden bir haber alacaktı. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız.