Muhtar kara Mustafa, hafız İsmail’e köyü gezdirecekti. Kararlaştırdıkları gibi öğle namazından birkaç saat sonra caminin önünde buluştular. Muhtar, bir an önce hem hoca mektebini görmek hem de köyü gezmek için sabırsızlanan hafız İsmail’e; “Hafız efendi sen hiç merak etme! Bugün akşama kadar beraberiz. Köyün altını üstüne getireceğiz evvel Allah. Önce köyümüzün ileri gelenlerinden Gazi Çavuş’u ziyaret edecek, oradan mektebe geçeceğiz kısmetse. İlkokul da mektebe çok yakın. İstersen öğretmenimizle de tanıştırırım seni” Dedi. Hafız İsmail muhtar kara Mustafa’nın bu teklifine;“Tamam muhtarım, sen nasıl istersen.” Diyerek onay verdi. İkili hafiften esmeye başlayan ve tozu dumana katan rüzgâra aldırmadan yürümeye devam ettiler. Yola paralel olarak göz alabildiğince uzayıp giden yarı yıkık kerpiç duvarlı bahçenin önünde köy sakinlerinden süslü Osman’a rastladılar. Süslü Osman ilk kez gördüğü hafız İsmail’i tepeden tırnağa şöyle bir süzdü. Sonra da muhtar kara Mustafa’ya; “Kim bu delikanlı?” Diye sordu. Ona “Yeni hocamız İsmail Efendi.” Diye cevap veren muhtar kara Mustafa, süslü Osman’ın bakışlarını hiç beğenmemişti. O sırada süslü Osman’la tanışmak için elini uzatan hafız İsmail, elinin havada kaldığını görünce hayretler içinde kaldı. Bu duruma sinirlenen muhtar kara Mustafa, süslü Osman’a; “Bu yaptığın ayıp değil mi? Osman!” Diye çıkıştı. Muhtar kara Mustafa’ya cevap verme ihtiyacı dahi duymadan takındığı pişkin tavrını sürdürmeye devam eden süslü Osman, ağzındaki sigarayı yere fırlatarak; “Kıyamet hocayla hacıdan kopacak zati.” Diye söylendi. Aslında bu tepki köyün önceki hocasına ve yaptıklarınaydı. Hafız İsmail’in koluna girerek, onu bu yerden bir an önce uzaklaştırmak isteyen muhtar kara Mustafa, “Allah! Allah! Adama bak ya.” Diye söylendi. Mahcup olmuş, üzülmüştü. Yüzünde oluşan tatlı tebessümle, hafız İsmail’e dönerek; “Hafız ne olur kusura bakma! Bunlar seni tanıdıkça sevecekler inan bana.” Dedi. Süslü Osman’ın hoş olmayan bu tavrı, hafız İsmail’i adeta yaralamıştı. İçinden; “Allah’ım! Kim bilir daha neler göreceğiz.” Diye mırıldandı. Yüreği örselenmiş, canı sıkılmıştı. Lakin yapacak bir şey yoktu. Birkaç kez yutkundu. Sonra muhtar kara Mustafa’ya gülümseyerek; “İyi ki varsın Mustafa ağabey.” Dedi. Hafız İsmail’in samimi davranışı muhtar kara Mustafa’nın hoşuna gitmişti. Eliyle hafız İsmail’in omzuna birkaç kez dokunarak; ” Sen o cahilin yaptıklarına bakma!” Dedi. Hem yürüyor, hem konuşuyorlardı. Bahçesinde envai çeşit ağaçları olan saray yavrusu gibi bir evin önünde durdular. Muhtar kara Mustafa, oldukça muntazam görünen ahşap işlemeli, iki kanatlı ve yeşil boyalı avlu kapısını çakmaya başladı. İçerden; “Buyur un” diyen bir ses duyuldu. Bu ses Gazi Çavuş’un sesinden başkası değildi. Kapıdan içeri girdiklerinde avlunun güzelliği hafız İsmail’i mest etmişti. İlk defa böyle bir bahçe, böyle modern bir ev görüyordu. İçinden bu güzellikte bir ev şehirde bile yok diye geçirdi.
Namı değer Gazi Çavuş’un kendisine gösterdiği misafirperverlik hafız İsmail’i adeta büyülemişti. İçinden bu zamanda böyle insan ha! Diye mırıldandı. Onun methini önceki imamlık yaptığı komşu köyden duyan Gazi Çavuş söze girerek;” İsmail efendi kardeşim. Birkaç gün önce kulağınızı çınlattık. Şehirden köye dönerken çok sevdiğim can yoldaşım muhtar Recep’e uğradım. Senden bahsettik. Ne Recep ne de köylüler seni unutmamışlar. Hepsinin selamları var sana. Gözlerinden öpüyorlar. Bende bugün sizi evinizde ziyaret edecektim. Yolumu satın aldınız. Nezaket gösterip buraya kadar geldiniz, zahmetler verdiniz. Hoş geldiniz” Dedi. Tatlı bir sohbetten sonra müsaade isteyerek oradan ayrılan muhtar kara Mustafa ve hafız İsmail, mektebe doğru yürümeye başladı. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız.