Hafız İsmail’in köyden ayrılacağı haberi birden duyuldu. Komşu kadın Elmas teyze, recep ağa’nın hanımı Şermin ve bakkal Faruk’un hanımı Atiye hafız İsmail’in hanımı Fadime’ye yardıma koştular. Bakkal Faruk traktörünün römorkunu kapı önüne yerleştirdi. İçeriye geçerek hafız İsmail’le birlikte römorka atılacak ev eşyalarını hazırlamaya başladılar. Neden sonra muhtar Recep ağa geldi. Sinirinden her yeri titremekteydi. Hışımla içeriye girerek, hafız diye bağırdı. Hafız İsmail onun sesinden kızgın olduğunu anladı. Biraz zaman kazanmak için kimseye görünmeden evin örtme denilen bölümüne yöneldi. Daha sonra eline aldığı birkaç parça mutfak eşyasıyla hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi dışarıya çıktı. Muhtar Recep ağa avlu kapısının önünde onu bekliyordu. Artık ilk geldiği andaki kızgınlığı yoktu. Hafız İsmail’i görünce birden parladı. Yanındakilere aldırmadan; “Sana meseleleri hal yoluna koyacağım sen köyde kalacaksın demedim mi? Senin şu yaptığına bak! Yazıklar olsun.” Diye bağırdı. Hafız İsmail muhtar Recep ağa’ya cevap vermemek için kendini zor tuttu. Bir müddet sonra, bakkal Faruk’u işaret ederek; “O gün Faruk ağabey’in evinde ben sana kararlıyım, buradan ayrılacağım demiştim muhtarım? Dedi. Muhtar Recep ağa; “Bu yaptığın olmadı hafız, olmadı.” Diye söylenmeye başladı. Haberi duyanlar hafız İsmail’in evinin önünde toplandılar. Bu durum en fazla eşyaların römorka taşınmasına yardım eden talebeleri üzmüştü. Hafız İsmail’e her defasında; “Hoca emmi ne olur gitme!” Diyerek onu ikna etmeye çalışmış ama başarılı olamamışlardı. Eşyalar römorka yüklendi. Hafız İsmail orada bulunanlarla helalleşti. Sırtını römorka dayayıp sigarasını tüttürmekte olan muhtar Recep ağa, orada bulunan; bakkal Faruk, sarı Mehmet, köse Seyit ve Cemal öğretmen’e; “Bu köy bir daha böyle bir hafız bulamaz. Cinci Mustafa ile patis Kazım bir yerlerine kına yaksınlar gayrı.” Dedi. Yanlarına yaklaşmakta olan hafız İsmail’in gözleri zamansız ayrılığın hüznü ile buğulanmıştı. Hafız İsmail, Recep ağaya elini uzatıp; “Böyle olsun istemezdim Recep ağa, benim yüzümden köyün huzuru bozulmasın diye ayrılma kararı aldım. İnşallah beni anlamışınızdır. Üzerimde hakkınız çok, ne olur helal edin.” Dedi. Muhtar Recep ağa içini çekerek; “Ah hafızım ah! Anlamaz mıyım seni, varsa hakkım helal olsun, sen de helal et! Burası senin de köyün, her zaman bekleriz.”Diyerek ona sarıldı. Muhtar Recep ağa, ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Hafız İsmail’in yüreği çoktan yanmaya başlamıştı. O ayrılığı, gurbeti ve hasreti çocukluk yıllarında yaşamış ve öğrenmişti. Her zaman olduğu gibi yufka yüreği yine dayanamadı. İçindeki şifa bulmayan yarası yine kanamaya başladı. Gözyaşları yanağını ıslattı. İçinden halimi belli etmemem gerek diye geçirdi. Daha sonra; “Allah’a ısmarladık” Diyerek, hanımı ve çocuklarıyla traktörün römorkundaki eşyaların arasına sığıştı. Zaman ayrılık zamanıydı ve yolcu yolunda gerekti. Traktör tozu dumana katıp, oradan uzaklaşırken, onları uğurlayanlar traktörün arkasından öylece baka kalmışlardı.
Eşyaları birkaç yastık, birkaç yorgan üç beş tabak, bir kilim ve altı adet sıra yastığından ibaretti. Çağla köyünün dar ve engebeli yoluna girmişlerdi. Köy çok uzak mı? Diye soran hanımına; “yarım saate ordayız.” Diye cevap verdi. Çocuklarının saçlarını okşadı. İçinin hüznü hala geçmemişti. Sonra bir türkü tutturdu. Hem ağlıyor, hem söylüyordu. “Gurbette ömrüm geçecek/Bir daracık yerim de yok/Oturup derdim dökecek/Bir vefalı yârim de yok. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız.