İkindi namazından hemen sonra yanındaki cemaatle beraber camiinin kapısından çıkmakta iken, gerilerden gelen; “hafız” nidasına kulak kabarttı. Bu sesin sahibi muhtar Recep ağa’dan başkası değildi. Muhtar Recep ağa çoktan gelip hafız İsmail’in koluna girmiş, ona hal hatır sormaya başlamıştı. Orada bulunan sarı Mehmet’le bakkal Faruk, bu durumu sevinçle karşıladı. Uzun süredir hafız İsmail’i arayıp sormayan Recep ağa, şimdi onunla sohbet ediyordu. Daha sonra bu sohbete cemaatten diğerleri de katıldı. Bakkal Faruk Recep ağa ve yanındakilere;“Misafirimsiniz; hem çay içer, hem de iki lafın belini kırarız.” Diyerek onları evine davet etti. Muhtar Recep ağa bakkal Faruk’a; “sen buyur hele, biz geliyoruz.” Dedi. İşim var diye mazeret beyan eden birkaç kişi oradan ayrıldı. Hafız İsmail Recep ağa’ya” bana da müsaade eder misin? Muhtarım” Deyince, Recep ağa hafız İsmail’in omzuna sağ elini koyup; “Sensiz sohbetin dadı mı olur hafız. Hem sana diyeceklerim var!” Dedi. Hafız İsmail’in adeta şaşkınlıktan dili tutulmuştu. Daha düne kadar kendisine selam vermeyen Recep ağa, bugün ne olmuştu da kendisiyle; “Can ciğer kuzu sarması” oluvermişti. O an içini saran mutluluk keyfini yerine getirdi. Kendi kendine bunda da bir hayır vardır diye mırıldandı.
Birkaç kat bohçayla sıkıca sarılan ve ülüğüne gazete kağıdı tıkanan çaydanlığı, sık aralıklarla kontrol eden bakkal Faruk, neşeli bir sesle; “Çay deme gelmiş, arkadaşlar.” Dedi. Önce muhtar Recep ağanın“arı dem” diye tabir edilen ve sadece dem’den oluşan çayını altı geniş çiçekli bardağa döktü. Sonra diğer bardakları doldurdu. Demli çayına sigarasını adeta katık ederek içen ve bunu alışkanlık haline getiren muhtar Recep ağa, etrafına gülücükler dağıtarak konuşmaya başladı. Eski anılar yat ediliyor, kahkaha sesleri bir birini takip ediyordu. Sarı Mehmet cüssesiyle çelişen naif sesiyle; çocukluk yıllarını, gençlik yıllarını ve askerlik anılarını anlatmaya başladı. Bakkal Faruk hafız İsmail’in dizini dürtüp kulağına; “eyvah! Yandık hafız, bu sarının askerlik anıları bitmez valla.” Diye fısıldadı. Sarı Mehmet askerlik anılarını anlatmaya başladı mı adeta kendini kaybeder, kimseye söz hakkı vermezdi. Bakkal Faruk’un muzipliği üzerindeydi. Sigara dumanından hoşlanmayan sarı Mehmet’e ağzındaki dumanı olanca gücüyle üfürdü. Mesajı alan sarı Mehmet, mevzunun kenarından döndü. Oradakilerin derin bir oh çektiği her halinden belli oluyordu. Birkaç saniyelik sessizlik, birden bire ciddileşen muhtar Recep ağa’nın; “arkadaşlar beni iyi dinleyin.” Diyen sözüyle bozuldu. Muhtar Recep ağa, büyük caminin durumunu; cinci Mustafa ile işbirlikçilerinin ne yapmak istediğini tüm çıplaklığıyla anlattı. Sonrada;” onlar hiçbir zaman emellerine muvaffak olamayacaklar.” Diye haykırdı. Sözlerini; “Muhtarlık seçimlerinde nasıl derslerini aldılarsa bu günde alacaklar. Bu böyle biline.” Diyerek noktaladı. Daha sonra gözlerini hafız İsmail’in gözüne dikti. Hafız İsmail’e; “Meraklanma hafız, sen bu köyde imamlık yapmaya ve çocuklarımızı okutmaya devam edeceksin.” Dedi. Recep ağa’ya, bakkal Faruk ile sarı Mehmet; “ Evet! Senin burada yapacağın daha çok iş var hafız. Bir yere gidemezsin.” Diyerek destek verdiler. Aslında hafız İsmail’in köyden gitmeye karar verdiğini duymayan yoktu. Çevresine; “mutlaka hafızı ikna edeceğim. İnşallah o köyde kalacak.” Diyen muhtar Recep ağa, bu adımı atmakta hayli gecikmişti. O kafasına koymuştu. “Koç katımı” gelmeden kendine yeni bir köy bulup bu köyden ayrılacaktı. İçinden bir haftaya kalmaz, sarraf kadirden mektup gelir diye geçirdi. Büyüklerin söylediği; ”nasipten öte yol gitmez.” sözüne kulak veriyor, Allah’tan hayırlısını diliyordu. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız.