Muhtar Recep ağa, hafız İsmail konusunda cinci Mustafa ve patis Kazım’la farklı şeyler düşünüyordu. Bununla ilgili anlaşmazlık aralarında soğuk rüzgârların esmesine neden oldu. Hafız İsmail’i köyden göndererek muhtar Recep ağa’yı yıpratmak isteyen küs olduğu ağabeyi deli Muhsin, sağda solda; “hafız bu köyden gidecek, başka yolu yok!” Diye laflar ediyor, hafız İsmail’in hakkında ileri geri konuşuyordu. Patis Kazım’ın hesabı ayrı, cinci Mustafa’nın hesabı ayrıydı. Lakin bunların en büyük destekçisi de deli Muhsin’di. Köyde son muhtar seçimlerinde olduğu gibi tatsız tuzsuz olaylar yaşanmaya başlamıştı. Muhtar Recep ağa’yı destekleyenler hafız İsmail’in kalmasını, deli Muhsin ve cinci Mustafa’yı destekleyenler ise hafız İsmail’in gitmesini istiyordu. Hafız İsmail büyük camide görev almayı beklerken olan olmuş, tahmin dahi edemeyeceği tuhaf gelişmeler baş göstermişti. Bu onun kusuru değildi elbette. Muhtar odasında otururlarken büyük cami’de hafız İsmail’in görevlendirilmesi konusu açıldı. Recep ağa; “hafızı bu cami’de görevlendireceğim.” Deyince ilk itiraz eden patis Kazım oldu. Orada bulunanlar tarafsız kalınca muhtar Recep ağa; “İnsanoğlu Dünya kurulalı beri nankör. Söyleyin bana; bugüne kadar bu köye böyle bir hoca geldi mi? Çocuklarınızı ilk defa kim okuttu? Hastalarınızla kim ilgilenip, iğnelerini yaptı? Kim sizin derdinizle dertlendi? Hafız değil mi?” Diye bağırmaya başladı. Herkes sus pus olmuştu. İçlerinden biri; “he ya, Recep ağa doğru söylüyor valla.” Dese de, artık olayın fitili ateşlenmiş, kılıçlar çekilmişti.
Bu haber cinci Mustafa’yı memnun etmişti. Ertesi gün köydeki bütün akrabalarını yemeğe çağırdı. Amacı onlardan yardım almaktı. İçinden, nasılsa patis Kazım ile deli Muhsin beni destekliyor. Bir de bizimkileri yanıma aldım mı, bu iş tamam. Diye geçirdi. O akşam yemek yenildi, çaylar içildi. Konu büyük cami meselesine geldi. Cinci Mustafa; “Muhtar Recep bunca yıldır emek verdiğim büyük cami’yi benden alarak, kara hocaya vermek istiyor. Söyleyin bana buna razı mısınız?” Diye sordu. O an derin bir sessizlik oldu. Sessizliği; “Yeter dayı ya! Kaç yıldır Recep ağayla uğraşıp durun, bırakıver gayrı.” Diyen aykırı bir ses bozdu. Cinci Mustafa hiç beklemediği bu çıkışa çok sinirlendi. Kızgınlığını ifade edecek söz bulamayınca; “sen kimsin ya! Çabuk terk et burayı.” Diye bağırdı. Bir müddet daha sessizlik devam etti. Oradakiler adeta dillerini yutmuş gibiydi. Neden sonra sarf ettikleri; “o gençtir, mazur gör! Biz senin arkandayız.” Gibi sözler havada uçuşmaya başladı. Gerilen ortam biraz olsun normale dönmüş olsa da, sohbetin ne tadı nede tuzu kalmıştı.
Muhtar Recep ağa, tecrübeli biriydi. Ne yangına körükle gider, ne de yarayı kaşıyıp daha da azdırırdı. O, böyle durumlar için; “su akar yolunu bulur” Diyenlerdendi. Her şeyin bir çözümü vardı ve o çözüm zaman denen mefhumun elleri arasında şekillenecekti. Bu hassas dönemde yapıcı bir yol izlemek gerginliğin azalmasına yardımcı olacaktı. Sular dururlunca karar vermek daha doğru olurdu. Onun için bir müddet hafız İsmail ile arasına mesafe koymalı, istediği halde ona büyük camideki görevi vermemeliydi.
Ancak hafız İsmail köyden ayrılmaya karar vermiş ve kendine yeni bir köy bulmak için çoktan harekete geçmişti. Daha fazla örselenmenin ne gereği vardı. İçinden, istenmediğim yerde kalmam diye mırıldandı. (devam edecek)
Kalın sağlıcakla.