Pencerelerden sızan güneş ışınları mektebi zapt etmişti. Alnındaki teri avucuyla silen hafız İsmail, elindeki söğüt dalından yapılmış sopasıyla önündeki kürsüye birkaç kez vurarak talebelerine; “susun!” diye bağırdı. Daha sonra oturduğu yerden kalktı ve talebelerin arasına karıştı. Patis Kazım’ın oğlu Mustafa’nın mektepte olmadığını görünce oradakilere; “Mustafa nerede?” diye sordu. Cevap veren olmayınca sinirlendi. Ses tonunu yükselterek “yerini bilen söylesin yoksa karışmam” diye bağırdı. Buna rağmen kimseden çıt çıkmıyordu. Bir kaç dakika süren sessizlik hafız İsmail’in;“onu bulmaya gidiyoruz” diyen sesiyle bozuldu. Yanına aldığı iki talebeyle Mustafa’yı bulmak için mektepten ayrıldı. Elinde ince, uzun bir sopa yanında talebeleriyle sokağa karışan hafız İsmail onu bulmakta kararlıydı. Neredeyse her yere bakıldı. Sanki yer yarılmış, Mustafa içine girmişti.
Patis Kazım köyün zenginlerinden biriydi. Dönümlerce tarlası, birkaç mevkide devasa büyüklükte bağ ve bahçesi bulunmaktaydı. İşler kızışınca oğlu Mustafa’yı tarlaya gönderir, her defasında da; “ sakın hafız’dan izin almayı unutma!” Diye uyarırdı. Onun izin alamadığı zamanlarda kendisi mektebe gelerek izin işini hallederdi. Hafız İsmail bu durumdan hiç hoşnut değildi. Bir kaç kişi neyse ama bazen mektebin mevcudu yarıya inerdi. Bu da mektepteki disiplini olumsuz etkiler, talebelerdeki şevk ve öğrenme isteğinin kesintiye uğramasına sebep olurdu. İzin konusunda Muhtar Recep ağanın kendisine olan desteğini bildiği için tavizsiz ve katıydı. Kolaylıkla kimseye izin vermezdi. Devamsızlık yapan talebelerini tıpkı “avcı timi” gibi takip eder, onları bulur ve mektebe getirirdi.
Mustafa’nın evde olma ihtimali kuvvetliydi. Talebelerine bir komutan edasıyla; “istikamet Mustafa’nın evi” diye seslendi. Önde hafız İsmail, arkada talebeleri patis Kazım’ın evine doğru yürümeye başladılar. Evin önüne yaklaştığında patis Kazım’ın traktörünü gören hafız İsmail, içinden onları tarlaya gitmeden yakaladım diye mırıldandı. Talebelerinden birine; “Kapıyı çak bakıyım” dedi. Kapının defalarca çakılmasına rağmen açılmaması onu şüphelendirmişti. Avlu çeleninden başını uzatarak içeriye göz gezdirdi. O sırada kapıdan girmekte olan patis Kazım’ın karısı Esma’yı gördü. Kendisini köşeye gizleyerek talebelerine kapıyı çakmaya devam edin diye seslendi. Neden sonra kapıyı açan patis Kazım’ın karısı hafız İsmail’i karşısında görünce şaşırdı. Yüzü kızardı, içi bir hoş oldu. Ancak birkaç kez yutkunduktan sonra; “buyur hoca emmi” diyebildi. Hafız İsmail; “Mustafa içerde mi?” diye sordu. Şaşkınlığı hala devam eden kadın; “yok burada o, babasıyla tarlaya gitti.” Diye cevap verdi. Hafız İsmail’in kapıyı aralayıp içeriye yönelmesi onu telaşlandırdı. Hafız İsmail’e; “yok valla, istersen gir bak” dedi. Bunu fırsat bilen hafız İsmail patis Kazım’ın karısı Esma’nın şaşkın bakışları arasında eve girerek gözden kayboldu. Bir müddet sonra patis kazım, oğlu Mustafa ve hafız İsmail birlikte avluda belirdiler. Hafız İsmail’in geldiğini haber alan patis Kazım bir odaya, oğlu Mustafa da diğer odaya gizlenmişlerdi. Onları eliyle koymuş gibi bulan hafız İsmail patis Kazım’a; “bu yaptığın oldu mu? Kazım ağa” diye çıkıştı. Ne diyeceğini bilemeyen patis Kazım, ağzının içinden; “hafız bende şimdi oğlanı mektebe gönderecektim.” Dedi. Bir suçlu gibi başını yerden kaldırmayan Mustafa, hafız İsmail’e teslim olmuş gibiydi. Hiçbir söze kadir olamayan patis Kazım ve karısı, sadece onların arkasından bakmakla yetinmişlerdi. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız.