Hafız İsmail (37)

Osman Uzunkaya
Yemekler büyük bir iştahla yenildikten sonra ayağa kalkan “Büyük hoca” Ellerini semaya kaldırarak dua etmeye başladı. Yapılan duaya burada bulunan köy ahalisinin yanında, sanki kainattaki her şey katılıyor gibiydi. Kuş cıvıltıları, çocuk bağrışları ve dalları mesken tutan rüzgâr esintileri henüz bestelenmemiş bir melodiyi mırıldanıyordu. Etraf gizemli bir atmosferin doğuşuna şahitlik etmekteydi. Bu atmosfer birazdan gizemini kaybedecek, ortalık davul ve zurna sesleriyle şenlenecekti. Çok geçmeden “Davulcu Rüstem” ile “Zurnacı Ali” meydandaki yerlerini aldı ve “Mektebin bacaları” Adlı oyun havasını çalmaya başladı. Köyden askere gidecek olan; “Kel Ethem’in Mahmut”, “Arabacının Hüseyin”, “Sarı Velinin Rafet”, “Garip Osman’ın Davut” ve “Hacı Mehmet’in İsmail” omuzlarına aldıkları bayraklarla meydanda boy gösterdi.  Daha sonra el ele verip oyun havasına eşlik etmiş, oynamaya başlamışlardı. Köylülerden bir çoğu bu oyuna katılırken, çocuklar ortalıkta koşuşuyor; kadınlar ve kızlar oturdukları yerden onları seyrediyorlardı.
 
            Oyun hararetle devam ediyordu. Oyunu izleyen gençlerden bazıları “Davulcu Rüstem” in yanık sesiyle söylediği “Mektebin bacaları” Adlı türküye eşlik ediyordu. Türkü; “Mektebin önü dere vay le le vay le le vay le le vay” Diye devam ederken;  sıra “Gidiyorum askere” Sözünü söylemeye gelince bütün ahali bu söze yüksek sesle katılıyor ve coşku daha da artıyordu. Bu sözün her söylenişi ayrı bir heyecan uyandırıyor ve farklı bir sevincin yaşanmasına sebep oluyordu. Arka arkasına halaylar çekildi. Türküler söylendi ve bilinen bütün oyunlar oynandı.
 
            Şenlikler sona ermişti. Muhtar; “Ömer Ali ağa”, önünde bulunan kalabalığa; “Şimdi sırada, büyük hocamızın  okuyacağı aşrı şerif var.” Diye seslendi. “Büyük hoca” çevik bir hareketle ayağa kalktı ve ağaç dalında asılı duran Kuran’ı Kerimi aldı. Altındaki kilimi özenle düzeltip üzerine diz çöktü. Kuran’ı Kerimi şöyle bir karıştırdı. Okuyacağı sayfayı bulmuştu. “Besmele” Çekerek okumaya başladı. “Büyük hoca” nın İlerlemiş yaşına rağmen sesinden hiçbir şey kaybetmediği anlaşılıyordu.
 
            Zaman hızla ilerlemiş, ikindi vakti yaklaşmıştı. Biraz sonra askere gidecek gençlerin avuçlarına kına yakılacak ve böylece “Asker şenliği” Denilen merasim sona erecekti. Kınayı hazırlayan “Sedef ana” Elindeki bakır tası kocası “hacı Mehmet” e “Buyur bey” Diyerek uzattı. Geleneğe göre askere gidecek gençlerin kınaları asker babalarından biri tarafından yakılmalıydı.  Hacı Mehmet; önünde sıralanmış bulunan asker adayı gençlere hitaben; “Kınalı kuzularım: Kına yakmak nedir? Kına niye yakılır, bilir misiniz?” Diye bir soru sordu. Sorduğu soruyu da; “Kına askere gideceklere vatanına, milletine  kurban olması için yakılır.” Diyerek cevapladı. Konuşması bittikten sonra sırayla hepsinin avuç içlerine birer kaşık kına bırakarak  ilerledi. Kına yakma işlemi tamamlanmış ve merasim sona ermişti.   (devam edecek)
 
            Sağlıcakla kalınız..