Geçtiğimiz hafta, İsveç’te aşırı sağcı ve ırkçı Rasmus Paludan denen bir alçak, İsveç makamlarının izni ve polis korumasıyla, Türkiye'nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an-ı Kerim’i yaktı.
NATO’ya girme müracaatı olan ve bu konuda onayı gerektiği için Türkiye aleyhtarı terör faaliyetlerine ülkelerinde izin vermeyeceği vaadi de bulunan İsveç hükümetinin başbakanı, âdetâ aklımızla alay ediyor. Neymiş efendim, “NATO’ya girmelerine karşı olan bazı güçler, buna Türkiye’nin “olur” vermemesi için Türkiye aleyhinde provokatif eylemler yapıyorlarmış.” Ulan bu ırkçı aşağılık adam size; “Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an’ı yakacağım, izin istiyorum” diye başvuruda bulunmuş, siz de izin vermiş ve herhangi bir saldırıya maruz kalmasın diye de yanına polis koruması da dikmemiş miydiniz? Her şey hükümetinizin bilgisi ve polis desteği ile yapılmadı mı? Bütün dünya kamuoyu da bunu canlı olarak tv ekranlarından izledi. Sizler de bu alçak eylemi sözüm ona “ifade özgürlüğü” olarak sahiplendiniz. Sonra da Türk hükümetinin sert ve kararlı açıklamasından sonra kalkıp “Bu eylem, bizim NATO’ya girmemizi istemeyenlerin yaptığı bir provokasyondur” diyerek kendinizi çok akıllı, bizleri de salak yerine koydunuz. İşte bu, Batı’nın utanmaz yüzüdür.
Rahmetli Mehmet Akif, karakteri bozuk insanlarla ilgili: “İkiyüzlüleri arıyorum. Meğer onlar ne iyi insanlarmış” demiş. Mehmet Akif’in sağlam karakterini bilenler bu söze çok şaşırmışlar ve haliyle sebebini sormuşlar. Merhum şairimiz şu çarpıcı cevabı vermiştir: “Efendim şimdi çok yüzlüler çıktı ortaya. Onlara bakınca ikiyüzlüleri çamla, çırayla aramaya başladım. Çünkü ikiyüzlüyü hiç olmazsa birazcık anlamak ve şerrinden sakınmak mümkündü. Şimdi ortaya çıkan çok yüzlüleri ise ne anlayabilmek ne de şerlerinden emin olmak mümkündür.”
İşte ikiyüzlüleri de aratan bin bir suratlı Batı, alçaklığını ve ahlaksızlığını örtbas etmek için sizi aptal yerine koyup pişkin pişkin gözünüzün içine bakarak yalan söylemekte… Onların akıl hocası büyük şeytan Amerika da tırlar dolusu silahı Suriye’deki PKK’nın uzantısı PYD’ye verdiği -Türkiye tarafından belge ve görüntülerle ispat edilmesine rağmen- “Hayır öyle bir şey yok” diyerek gözümüzün içine baka baka utanmadan yalan söyledikleri gibi, ABD’nin Avrupa’daki ufaklıkları da aynı yolu izliyor. Çünkü “Küfür tek millettir.” Onlardan farklı bir şey beklenmez. On yıllık Medine döneminde 29 savaşa başkomutanlık yapmış ancak 50 gün fiilen savaşmış ve sadece 500’e yakın insanın ölümüne sebep olmuş Peygamberimize “Savaş peygamberi” iftirasını yapan fakat ABD’nin “Demokrasi götüreceğim” diyerek sadece Irak’ta iki milyon masum insanı öldürmesini görmezden gelen Batılı İslam düşmanları kendi kanlı tarihlerine bir baksınlar.
Kendilerini “Medeniyet Kurucusu” olarak yutturan “vahşi Batı medeniyeti”nin dişlerinden hâlâ kanlar akmaktadır. İçlerinden çıkan bazı insaf sahibi aydınlar bunu itiraf ediyor. Bu aydınlardan Alman Jurgen Todenhöfer bir televizyon programında şunları söylemiştir: “30-40 Iraklının bir Amerikan bombasıyla öldürüldüğünü duyduğunuzda Iraklıların canının Batılılar için çok fazla bir değer taşımadığını göreceksiniz... 1 Amerikalı, 1000 Iraklıya bedeldir. Bu çarpık idrak nereden geliyor? Herkes biliyor ki ikisinin hayatı aynı değerde. Neden bizde başka türlü tesir ediyor? Sanırım biz kendimizi bir yalan içerisine yerleştirmişiz. Bu yalan şu: ‘İyi olan, asil olan, yardımsever olan bizleriz!’ Ama gerçek bu değil. İnanıyorum ki biz Batılılar; dünyayı fikirlerimizin, değerlerimizin ve dinimizin mükemmelliği ile fethetmedik. Yalnızca ve yalnızca başkalarından daha acımasızca zor kullandık. Haçlı seferlerinde 4 milyon kişiyi öldürenler Müslümanlar değildi. Dünyayı sömürgeleştirirken 50 milyon insanın ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değildi. 6 milyon Yahudi’nin ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değildi. Aksine bütün bunlar Batı dünyasının zorbalıklarıydı. Bunu bu şekilde idrak etmemiz lazım.”
Gerçekleri ekranlardan böyle haykırdığı için Jurgen Todenhöfer, Almanya’da pek sevilmezmiş. Ne de olsa gerçekler acıdır, dokunanları rahatsız eder.
Fakat Batı’nın bu katliamları, tarihen sabittir ve inkârı mümkün değildir. Onların katliamlarını bir makalede dile getirmek, makalenin sınırlarını kat kat aşar. Amerika ve bilumum emperyalist ülkelerin durumunu en güzel ortaya koyan Roger Garaudy, 1977 yılında yazdığı Medeniyetler Diyaloğu kitabında şunları ifade ediyor: “Batılılar 100 milyonu aşkın Amerika’nın asıl yerlisi olan Kızılderilileri öldürerek dünyada daha önce benzeri görülmemiş bir soykırım yaptı. Bunun ardından üç yüz yıl süren köle ticareti sırasında en az yüz milyon Afrikalıyı da öldürerek bir başka akıl almaz soykırımı gerçekleştirmiştir. Tüm bu soykırımların altında Amerika’ya yerleşen ve bugünkü ABD’nin temelini atan Batılılar vardır.”
Tekstilde İngiltere ile rekabet ettikleri gerekçesiyle, 40 bin Hint çıkrık ustasının elleri kesildi. Kenyalılar 1952-1960 arasında topraklarına gelen İngiliz işgalcilere karşı ayaklandı. İngiliz kuvvetleri 1950’li yıllarda Kenya’da Mau Mau ayaklanmasını bastırırken, 310 bin insanı toplama kamplarına kapattı, 1 milyondan fazla insanı da işgal ettikleri köylerde tuttu. Olaylar sırasında 100 bin insan canavarca yöntemlerle öldürüldü.
Maalesef çağımızın medenî diye yutturulmaya çalışılan, teknolojik bakımdan gelişmiş olan ülkelerine baktığımızda, ulaştıkları teknolojilerle insanlık âleminin topyekûn kalkınmasına katkı vereceklerine, onların sırtından geçinerek semirmeyi tercih etmektedirler. Menfaatlerine engel olmaya çalışan ülkelere karşı da son model teknolojik silahlarını kullanarak katliamlar yapmaktadırlar.
Bu gerçeği zaman zaman kendileri de itiraf etmekteler. Mesela Fransa’nın eski Cumhurbaşkanlarından olan Jacques Chirac (Jak Şirak), 2008 yılında yapmış olduğu bir konuşmasında “Fransa’yı Fransa yapan Afrika’dır” demişti. Yani bu söz; “Avrupa, şu anki gelişmişliğini, sömürdüğü Afrika ülkelerine borçludur. Kurdukları sömürü düzeniyle onların yeraltı ve yerüstü zenginliklerini Batı’ya taşıyarak rahat bir gelecek temin ederken, sömürdükleri ülkeleri de açlık ve sefalete terk etti” demektir.
Batı’nın “İnsan hakkı, ifade hürriyeti, din ve vicdan özgürlüğü” söylemi, sadece kendileri söz konusu olunca akıllarına gelir. Kendi dışındakileri, bu kavramları kullanarak ezerler. Rasmus Paludan denen alçak, Kur’an’ı Kerim’i değil de İsrail’in Filistin’deki yaptığı zulmü protesto etmek için İsrail bayrağını veya Tevrat’ı yaksaydı ya da Lgbt’yi protesto için gökkuşağı renklerinden oluşan bayraklarını yaksaydı acaba buna da “fikir özgürlüğü” kılıfıyla sahip çıkarlar mıydı? Yoksa dünyadaki Yahudiler ve Homolar hep ayağa mı kalkardı?
15.01.2018 tarihli gazete ve internet haberlerine baktığınızda, İtalya’da bir tıp kliniğine “Eşcinseller tedavi edilmelidir” afişi asıldığında kliniğin sahibi doktor afişi savunduğu için meslekten men cezası talep edilmiştir. 29.04.2020 tarihindeki haberlerde de Almanya’da doktorluk yapan kalp hastalıkları uzmanı Dr. Metin Çakır, eşcinselliği “hastalık” olarak nitelendirdiği için görevinden alınmıştır. İşte bu uygulamalar, Batı’nın “Fikir özgürlüğü” yalanının kendilerine göre uygulanışının tipik örneğidir.
İsveç’te Kur’an’ı yakan Rasmus Paludan alçağı bilsin ki kendi gibi azılı İslam düşmanı kâfir dedeleri: “Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü çıkarın, belki bastırırsınız.” (41/Fussilet:26) diyerek yaklaşık on beş asır önce Kur’an’ın nurunu söndürmeye kalktılar ama başaramadılar. Çağdaş kâfirler! Siz de başaramayacaksınız. O’nu indiren, korunmasını da üzerine almıştır. (Bak:Hicr:9). Mümkün olsa da dünyadaki bütün Kur’an-ı Kerim’leri toplayıp bir meydanda yaksanız, aynı Kur’an’ı noktasına, virgülüne varıncaya kadar bütün secavendleriyle sıfırdan yazabilecek hafızlarımız vardır elhamdülillah. Kur’an, hem satırlarda hem de sadırlarda/göğüslerde korunmaktadır. Sizin gayretiniz, her tarafı mermerle kaplı bir banyoda o banyoya zarar vermek için mermere tırmanıp tırtıklamak için uğraşan ve her tırmandığında da tepesi üzerine yere çakılan hamam böceğinin gayreti gibidir. Başaramayacaksınız. “Kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (9/Tevbe:32; 61/Saf:8).
Bütün bunlara rağmen Müslümanlar da gereken tepkiyi -onların taptıklarına sövmeden- göstermeleri gerekir. Bu da bizim imanımızın gereğidir. Bunu da ancak gerçek iman sahipleri yapar. Kur’an’ı yürürlükten kaldıran, laiklik putunu onun yerine ikâme eden Cumhuriyetin seküler tosuncuklarından beklemek ham hayal olur. Zaten onlardan da ciddi bir ses çıktığını duymadık. Duysak da samimi bulmayız. Çünkü onlar “Gökten gelenlerle idare olunmayacaklarını” taahhüt etmiş adamlar. Gerisi lafı güzaf.