Batı’da Yeni Oryantalist stratejisiler, İslam dünyası üzerinde hem fiziksel ve hem de fikri planda yeni değişim ve dönüşümleri gerçekleştirmek için uygulayıcılara birbirinden farklı projeler sunuyorlar.
Batılı stratejisiler Müslümanların kendi içinde nasıl çatıştırılacaklarını da planlamakla kalmıyorlar, özellikle farklı mezheplere mensup Müslümanların yaşadığı ülkelerde bu oyunu sahneye koyuyorlar. Bugün biz, bu oyunun Pakistan, Afganistan, Irak, Lübnan ve Yemen gibi ülkelerde nasıl uygulandığını hep birlikte görüyoruz. Aynı oyun hizipleştirme üzerinden Filistin’deki gruplar üzerinde de başka bir şekilde tekrarlanıyor. Sudan’da Darfur olayı bunun bir başka yansıması. Bütün bu gelişmeler Müslüman halkları paramparça etmekle kalmıyor, kalkınmalarını da baltalıyor.
Bugün, Irak, Pakistan ve Afganistan’da Sünni ve Şii Müslümanlar birbirlerine saldırtılıyor. Bu amacı gerçekleştirmek için başta işgalciler, yabancı istihbarat örgütleri yoğun faaliyetler yapıyor. Bundan da dış güçler istifade ediyor. Örneğin, Rusya Kırım’ı ilhak etti. Şimdi de Hindistan Camu Keşmir’i.. Siyonist İsrail ise, Filistin’de işgal ettiği toprakları ilhak etmenin derdinde. Ayrıca Mescid-i Aksa’yı zaman ve mekân planında bölmeye çalışıyor. İslam ülkelerinin en dağınık ve işlevsiz olduğu bir dönemde bunlar oluyor. Maalesef sözüm ona bazı Müslüman ülke yöneticileri de açıkça İslam sevmezlerin değirmenine su taşımaya devam ediyor.
Müslümanlar arasında mezhep farklılığı bir çatışma sebebi olamaz. Çünkü Müslümanlar arasında asgari müşterekler değil, birlikteliği sağlayacak ve her türlü çatışmayı ortadan kaldıracak şekilde azami müşterekler vardır. Bu konuda azami hassasiyetin gösterilmesi insani ve dini bir zorunluluktur. Müslümanlar arasında bizim farklılığımız asılda değil, yorumdadır. Dinin usulünde, yani iman esaslarında bütün mezhepler görüş birliğine sahiptirler. Yüzyıllardır Müslümanlar, nasıl kardeşçe yaşamışlarsa bundan sonra da yaşamaya devam etmelidirler. Farklılıklarımız ayrılıklarımız değil, zenginliklerimiz olarak görülmelidir. Hepimiz bütün renkleriyle bir halının ya da kilimin desenindeki çizgiler gibiyiz. İttifak noktalarımız gündemde tutulmalıdır. Bu konuda siyaset, ilim, fikir ve kanaat önderlerine tarihi sorumluluk düşmektedir. Özellikle basın yayın organları ayrılık ateşini yükseltmede değil, aksine düşürmede rol oynamalıdırlar.
Dünya âlimler birliği başkanı Yusuf el-Karadavî’nin dediği gibi, Kur’an’ın emrine ve peygamberimizin buyruklarına göre, Kilise ve Havralara herhangi bir Müslümanın saldırma hakkı yoksa nasıl oluyor da bir başka Müslüman dini akım mensubu bir başka dini akım mensuplarınca kutsal kabul edilen türbeye ya da camiye saldırabiliyor?
Nasıl oluyor da Sünni Müslümanların yoğun yaşadığı bölgelerde camiler Şii Müslümanlar tarafından yerle bir ediliyor? Afganistan’da olduğu gibi, nasıl oluyordu şii Müslümanların yaptığı düğüne saldırı düzenlenebiliyor? Şiisiyle-Sünnisiyle Müslümanların camileri bir değil midir? Camiler kurtarılmış bölge midir? Maalesef bugün pek çok İslam diyarında bu soruların cevapları olumsuz anlamda yaşanıyor. Mezhep savaşları körükleniyor, Müslümanlar oyuna geliyor. Bu bölünmüşlükten istifade eden güçler de Keşmir, Filistin, Kırım, Doğu Türkistan ve Arakan’ı yutuyor. Bu konuda duyarlılık göstermek ve her çeşidiyle Müslümanlar arasında vahdet ve ittihadı sağlamak adına saldırgan durumuna geçmiş Müslümanların durdurulması diğer Müslümanlar üzerinde imanı bir görevdir. Ancak İslam topraklarından müstevlilerin kirli emelleri ve gizli planları böyle bir dik duruş sayesinde akamete uğratılabilir.