Devlet ve kamu yönetimi analizlerinde kullanılan parametreler, son dönemde kayda değer şekilde değişti. Daha önceleri ‘hizmet ağırlıklı’ analizler yapılırken, bugün artık vatandaşın güven seviyesine daha fazla önem veriliyor. Eskiden sunulan hizmetlerle ilgili istatistiki rakamlara bakılırken, şimdi rakamların ötesinde vatandaşın devlete ne kadar güvendikleriyle ilgili göstergelere ilgi duyuluyor.
Güven, genel bir ifadeyle ‘pozitif beklentilerden kaynaklanan ruh hali’ şeklinde tanımlanabilir. Şahıslara, kurumlara ve sisteme güvenip, güvenmeme konusu tamamen psikolojik bir durumdur. Güvenme durumunda insanların ve toplumun pozitif, güvenmeme halinde ise negatif beklentileri söz konusu olur. Güven geleceğe dönük bir değerlendirmedir: Yaptıklarına veya yapabileceklerine bakarak değerlendirme yapılır.
Güven hem güvenen hem de kendisine güvenileni ihtiva eden bir unsur, onlar arasındaki bir ilişkidir. İlişkide iki tarafın, yani güvenen ve güvenilenin durumları birbiriyle uyumlu olmalıdır. Güvenen tarafın genel anlamda ruh hali ve beklentileri güven ilişkisinde önemlidir.
Ayrıca, güvenilenin durumu da ilişkiyi etkiler. Eğer olaylar ve gelişmeler karşısında dimdik ayaktaysa, başarılı bir performans ortaya koyuyorsa ve geleceğe dönük olumlu kanaatler doğmasına neden olacak hareketler sergilemişse, kendisine güvenilir.
Toplumun siyasi mekanizmadan ve devletten beklentileri eğer pozitifse, iyi şeyler yaptığını veya yapacağını düşünürse o zaman güven konusunda cimri davranmaz. Aksi halde güvensizlik durumu ortaya çıkar.
Devlete ve siyasete olan toplumsal güven 2000 yılından sonraki değerlendirmelerde ana unsur haline geldi. ‘Yeni binyıl kamu yönetimi değerlendirme kriterleri’ olarak isimlendirilen unsurların başında güven konusu gelmektedir. Konuya şahsi ilgim 2002 yılından beri devam ediyor. Devlete ve kamu yönetimine güven konusunda, çok geniş katılımla icra edilen ilk kamu yönetimi kongresi 2003 yılında Portekiz - Lizbon’da düzenlendi. Avrupa Kamu Yönetimi Teşkilatı tarafından organize edilen Kongre ile beraber tartışmalar hız kazandı.
Türkiye maalesef konusunun ehemmiyetini yeni yeni kavrıyor. Oysa konunun hassasiyeti ortada. Güvensizlik durumları toplumları çok farklı noktalara götürebilir: Kargaşa, sosyal patlama, toplumsal huzursuzluklar, terör, anarşi, sisteme duyarsızlık vd.
Siyasetçiler aslında meselenin önemini biliyorlardı; ama değerlendirmeleri daha çok şahısları ile sınırlı kalıyordu: Acaba seçmen kendilerine güveniyor mu? Bu mutlaka önemli, ama mikro düzeydeki değerlendirmelerde. Şahıslar söz konusu olduğu için analizlerde onların bireysel özellikleri, aile ilişkileri, özel ve kamu hayatında sergilediği kararlılık, istikrar, samimiyet, adalet gibi belli nitelikleri öne çıkar.
Bir de meso ve makro seviyeler var. Meso, yani orta düzey değerlendirmeler, bir yerel yönetim birimine, kamu veya özel kuruma ve kuruluşa, STK’ya veya belli bir kamu hizmetine dönük olabilir. Kurumlar, hizmetler, birimler kendi içinde değerlendirilirler. Bu güven unsuru uygulamada çok önem taşıyan sonuçlar ortaya koyar. Toplum bir STK’ya güveniyorsa maddi ve manevi desteğini esirgemez, mesela.
Bir de makro düzey var. Vatandaşın genel manada siyasete ve siyasetçilere, devlete, sisteme, hükümete, cumhurbaşkanlığına güvenleri gibi hususlar bu kategoridedir.
Güven konusu farklı seviyelerde ve farklı araçlarla değerlendirmeye alınır. Bazen, yukarıda sıraladığım türler iç içe geçebilir. Sözgelimi, bireysel düzeyde güven bazen kurumlara ve sisteme olan güvenin önüne geçebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, mesela, Ak Parti içindeki ağırlığı biliniyor. Belli analistler kişisel oyunun parti oyundan fazla olduğunu bile ifade edebiliyorlar.
Ancak, bu çok kontrol edilebilecek bir durum değildir. Şahıslar bazen kendi güvenilirliklerini, oy desteklerini artırma amacıyla kurumsal ve sistemsel güveni bir kenara bırakabilirler. Bu durumda kendi güvenirliklerinin artışını garanti edemezler. Zira yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, güven psikolojik bir ruh halidir. Güven seviyesi ile ilgili durum sizin istediğiniz gibi gelişmeyebilir: Yukarı ya da aşağı yönlü hareketler ortaya çıkabilir.
Bir başka husus güvenin ‘artabilen ve eksilebilen’ bir şey olduğudur. Bireyler, kurumlar ve sistem atacağı bilinçli adımlarla kendilerine olan güvenin seviyesini yükseltebilirler veya azalmasına neden olabilirler.
Gelişmiş kamu yönetimleri aslında tam da bunun derdindeler: Ne yapacak, edecekler de kendilerine olan güveni artıracaklar? Güven artınca tüm kapalı kapılar açılır, oy desteği artar, olumlu bir hava eser.
Siyaset vatandaşın güvenine önem vermek durumundadır. Hele demokratik ülkelerde bu daha fazla ihtiyaçtır. Ama demokratik olmayanlarda bile sisteme güven söz konusu olabilir. Güven seviyesi yüksekse yöneticiler, karar vericiler kendilerini ve koltuklarını güvende hissederler.
Siyasetin icra edildiği yer güven derecelerini de etkiler. Bu anlamda genel ve yerel siyasetin kendine has özellikleri bulunur. Genel siyaset kararlılık, istikrar, verimlilik, kararlarda isabet türünden daha genel değerlendirme basamaklarına sahiptir. Yerel siyasetse ilişkilere, iletişime, şeffaflığa daha fazla önem verir.
Güven konusundaki değerlendirmelerde siyasetin yapılış yeri ve tarzı, ilişkilerin seviyesi, değerlendirmelerin yapılış biçimi ve başkaca faktörler etkili olabilir.
Türkiye’de güven konusu değerlendirmelere konu olmakla birlikte bilimsel yol ve yöntemlerle yönetilebildiği söylenemez. Hele yerel düzeyde bu konuda çalışma ya çok yüzeysel değerlendirmelerle yapılıyor ya da hiç yapılmıyor.
Daha özel konuşmak gerekirse, Konya bu konuda çok iyi durumda değil. Bireylerin kurumlara ve sisteme güven seviyelerini ölçecek çalışmalar yapılmıyor. Adayların ve partilerin aldığı oy seviyelerinin belediye başkanlarına olan güveni gösterdiğini iddia edenler bile var. Bu iddiaya gülüp, geçiyorum.
Güven arttırıcı önlemleri sıralamak için yerimiz kalmadı. Onları sıralayarak, Konya ile ilgili genel değerlendirmemizi ve yaklaşan seçimler ve aday adaylığı süreçlerini de ele alalım.
Bir sözle yazımıza noktalı virgülü koyalım:
Siyasette güvenebilmek önemli, ama güvenilebilmek çok daha önemli.