Gurur /kibir senin neyine

Sıtkı Yonca

Yıl 1990 olacak bir kasabada teftişte tanıştığım öğretmenlerden birisi yaklaşık bir ay sonra evimize  geldi. Satılık bir arabamız olduğunu söylemiştim sohbet esnasında. Onu almaya gelmiş.

          Dedim ki:

         ‘’Sayın hocam bizdeki araba size yaramaz. Çünkü araba önden vuruk, arka amortisörler patlak, motor üflüyor, sabahları çalışmada sorunu var. Benim bildiklerim bunlar daha başka problemi varsa ben bilmiyorum. Bu arabayı size veremem’’

         Allah şahit ben vermem diye ısrar ettim; o alacağım diye. Sonunda altısı peşin iki buçuğu iki ay vade sekiz buçuk milyona ( o zamanın milyonuyla) anlaştık.

         Öğretmen kardeşimiz ‘’hocam Anadolu Sanayinde bir tanıdık tamircim var; ufak tefeklerini yaptırıp ben oradan geçer giderim ’’dedi.

         Tamirciye vardık. Tamirci arabanın kaputunu kaldırdı; öğretmen arkadaşa ‘’hocam dışarda görüşelim’’ deyince ben önüne geçtim ‘’bir dakika dedim, ben arabayı buraya nasıl getirdim, hocana neler söyledim sor ondan sonra dışarı çıkın’’ dedim.

         Öğretmen kardeşimiz olayı olduğu gibi anlatınca usta ‘’öyle mi’’ diyerek bana döndü. ‘’Hocam Allah razı olsun ama bu araba hocama yaramaz’’ deyince öğretmenimiz mahcubiyet içinde…. ‘’Mahcubiyete gerek yok. Bizim açımızdan hiç  problem değil. Sizin nasibiniz değilmiş.’’ diyerek ustaya, ufak tefek yapılması gereken yerleri yapmasını söyledim.

         Akşam namazından sonra vardım. Arabayı teslim aldım.

         Şeker fabrikasının önünden tren yolunu geçtim.( o zaman köprü yok.)Araba stop etti. Bir türlü çalışmaz derken otuz beş-kırk yaşlarında bir genç arabasıyla önüme geçip durdu.

         Tanıştık. Anahtarı aldı arabayı çalıştırdı.       

        

         -Hayırdır hocam bu saatte nerden geliyorsun?

          Olayı anlattım. Yatsı ezanları okunuyor.

         -Aynı şartlarda arabayı bana ver demez m?

         -Kardeşim sana teşekkür ederim ama seni tanımıyorum ki…

         -Beni takip et dedi. Bir manifatura dükkanının önünde durduk. Dükkanı açtı. Kasadan paramı, imzaladığı bono senedini verdi.

         Eve geldim. Hala şoku atlatamadım.

         Bu olay normal mi?

         Hayır değil.                                                                                                                                                      

          ‘’Siz sattığınız malın ayıbını karşı tarafa söyleyin’’ buyuran Peygamberimiz  (S.A.V.)in emrini uygulamaya verilen bir gece yarısı armağanıdır dedim içimden.

          Kendimi o zaman yokladım. Eğer olaydan kendi nefsime dürüstlük ölçeğinde bir kibir tuzağı yakalasaydım, vallahi kimseye anlatmazdım. Allah’a şükür nefsime pay çıkarmadığım için anlatmakta mahsur görmedim ders alan olur diye. Şimdi de öyle. O’nun emri nurdur, İlahi tecellisi budur değerlendirmesiyle noktaladım.       

         Olay, bir din baronunun eline geçseydi ne kerametler çıkarırdı kendine. Gizlediği kibirle insanlara nasıl ahlak abidesi kesilirdi. Bir politikacı olayı, dürüstlük destanı yalanlarla süsler,  kendilerini seçmezsek ülkenin neler kaybedeceğine dair ne senaryolar yazardı diye düşünmeme izin verin.(Ne alakaysa, şimdi herkes bu cümleyi kendi siyasi  duruşunun karşısındakine yükleyecek; bunun da ben merkezci bir kibir boyutu olduğunu düşünmeden. )Serçeyi bülbül diye satan ticaret erbabı bile bu satıştan kendisine bir gurur payı çıkarıyor neylersin?

         Gurur ve kibir o kadar gizli ki, burun kırdığımız insanların Allah katında bizden daha sevimli olabileceğini aklımızın ucundan bile geçirmeyiz.

         Haşa bizi biz yarattık ya….

         Kendimize baksak; içimizde kimi köpükten, kimi kurşundan o kadar çok gurur/kibir dalgaları var ama savaşmak acı ve zor olduğu için riske girmeyiz.

         Hz. Ali’yle noktalayalım. 

         ‘’Başlangıcın bir damla su. Sonun da belli. İkisi arasında Allah’ın nimetlerinin hamallığını yapıyorsun. Sen neyine gururlanıyorsun?’’ Selamlar.