Ayak seslerimden tanırdın beni, tanırdın ve beklerdin. Sarsak ve sallapati yürürdüm.
Gecenin karanlığında, özlem ve heyecan bulaşırdı ayak seslerime. Sana gelirdim, sana, senden sonra ömrümde kimsenin olmadığı insana.
Bazen birkaç satırlık bir şiir, bazen Mümine ablanın bahçesinden aşırdığım bir gül, bazen de seni gördüğümde ışıldayan gözlerim olurdu. Gözlerim dedim de asıl senin gözlerinde görürdüm sevgi ve merhamet dolu ışıltıyı. İçin için şımarır, sesli sesli şükrederdim.
Yalnız başına yemek yiyemezdim, bilirdin, beklerdin. Sevmek beklemek, sevmek beraber yemek, sevmek aynı masayı paylaşmak olurdu. Gök mavisi ve pembe ortanca çiçekleri koyardın yemek masasına, bir de ellerini. Ellerinde gündüzden kalma bir yorgunluk, ellerinde yemeğin tadı, ellerinde evimiz olurdu.
Bahçeye girer, ışık yanan odaya bakar, kısa bir süre dalar giderdim. Tozlu bir sardunya ve hanımeli kokuları yayılırdı gecenin içine. Kapının önünde, yorgunluğumu, sıkıntılarımı, gündüzü silkinirdim. Sana gelirdim. Emanetim, hazinem, bekleyenimdin. Kıymetlimdin. Seni seviyor ve hakikat yurdunda da yaşamak istediğimdin.
Seni görmek, biraz temiz hava almak için pencereyi açmışım gibi gelirdi bana, soluklanırdım, dinlenirdim, sükûn bulurdum. Bazen, yeni tanışan iki küçük çocuğun ürkekçe yakınlaşmaya çalışmasını yaşar olurduk ancak çok zaman beni bekleyen kolların, seni özleyen kollarım ve duama kavuşmuş olurdum. Şükrederdim. Gülümserdim.
Senin olmadığın bütün evlere yabancıydım, bütün evlerde misafir.
Bir gün, “Sevmek, atının arkasında beni taşıyacak bir insan hayali ancak gerçekte ayrı bir atımın olması ve beraber dörtnala gitmektir” demiştin.
Ben senin en çok da özgürlüğünü sevmiştim.
Cömerttin. Cömert anlayışının karşısında kendimden geçer, kelimelere ihtiyaç duymadan severdim seni. Bazen kederli bir hüznün içine düşer, ellerini avuçlarıma alır, bir imtihanda olduğumuzu söylerdik birbirimize. Konuşmazdık. Konuşamazdık. Konuşursak ağlardık. Sesin güzeldi, türkü söylerdin. Döner dolaşır, “Altın Hızma”, “Candan İleri” ve “Kum Gibi” yi dinlerdik.
Çay içer, susar, yıldızlara bakar, konuşurduk. Gece uzar, gece bereketlenir, perdelerin arasından içeri sabahın ilk ışıkları sızmaya, kuş cıvıltıları duyulmaya başlardı. Güneşi karşılardık. Şükrederdik.
Sevenler, dostlar ve arkadaşlar, birbirlerine günlerinin nasıl geçtiğini sorarlar ve birbirlerini dinlerler. Bunu bilir, dinlemek ve sevgimizi beslemek için bazen aynı anda sorar da gülüşürdük: Günün nasıl geçti güzelim?
Şimdi tekrar soruyorum: Günün nasıl geçti güzelim?