Günümüz insanın sıkıntısı, şikâyeti hiç bitmiyor. Hep bir şeyleri eleştirip dururken zamanı suçluyor, mekânı beğenmiyor. Çünkü zamanı belli parsellere bölerek önüne konulan takvimleri yaşamaya alıştırılmış. Mekâna gelince, insan ruhu göz önüne alınmadan imar edilen şehirlerde, yalnızlığın hücresinde yaşamaya talip olmuş. Oysa insan ruhu dünyayı hissetmek ister, ayağının altında toprak, başının üstünde gökyüzünü bütün detaylarıyla görmek ister. Maalesef günümüz hayatı bunun tam tersine dizayn edilmekte ve dünya insan fıtratına uygunluğunu her geçen gün yitirmektedir.
Okumanın faydalarından biri de unuttuğumuz hayat şekilleriyle de karşılaşma imkânı sağlamasıdır. Gogol (1808-1855) Ölü Canlar romanında tuhaf bir hikâyeyi, ağdalı bir dille anlatır. Acaba Gogol günümüz insanın taşıdığı ölü canları görseydi, Apartman katlarına sıkıştırılmış, bürolara hapsedilmiş, şehrin caddelerinde volta atan insanları görseydi mesela? romanını nasıl yazardı? Yukarıdaki tespitlerimize cevap olabilecek, Ölü Canlar’dan bir bölümü aşağıya alıntılıyorum. Gerçekten çok canlı, çok net ifadelerle bir çiftçinin işini en tatlı dille nasıl anlatabileceğine bir örnek teşkil ediyor.
Çiçikov, gerçekten hoş, ahududu şerbetinden bir bardak daha doldurup içerken: “İzin verirseniz” dedi “şu yarım kalan konuşmamızı tamamlayalım... sözünü ettiğiniz çiftliğin sahibi olduğumu düşünürsek, ne kadar zamanda zengin olabilirim?” Kostanjoglo, sert ve kızgın bir sesle: “Bir çırpıda zengin olmak isterseniz,” diye karşılık verdi “Hiçbir zaman mülk sahibi olamazsınız; zamanla uğraşmadınız mı, hemen doldurursunuz küpünüzü...” Çiçikov: “Çok doğru!” dedi, Kostanjoglo, Çiçikov’a gücenmiş gibilerden sertçe, “Evet” diye konuştu, “çalışmayı çok sevmeli insan, yoksa hiçbir halt edemez. Kır yaşamını sevmek gerek, evet! İnanın buna, hem hiç de sıkıcı değildir bu. Kır yaşamı çekilir şey değildir derler ama ben eğer, bu bayların yaptıkları gibi uğursuz kulüplerine, meyhanelerine ve tiyatrolarına gitmek üzere, pek pek bir günlüğüne kalkıp kente inersem, sıkıntıdan ölürüm. Gidi aptallar, gidi eşek milleti! Ekip biçen insanın sıkılmaya amanı olmaz. Yaşamı baştan başa doludur. İşlerin türlü türlü oluşunu ele alın hele. Ama ne işler! Ruhu yücelten işler! Kırda insan doğanın, mevsimlerin ardından gider, evrende olup biten her şeyle iş birliği eder. Bütün bir iş yılını gözlerinizin önüne getirin. İlkbahar gelirken her hazırlık başlar, tohumların hazırlanması, seçilmesi, buğdayın ambarlarda havalandırılması, angaryaların şuna buna bölünmesi. Her şey göz önüne alınmış ve ölçülüp biçilmiştir. Artık, ırmakların buzları erir erimez, toprak uyanır uyanmaz, sebze bahçelerinde ve bağlarda bel başlar; tarlalarda iki dişli bel ve saban: dikilir, ekilir. Sizce ne ekilir? Yakındır biçme! Tüm toprağın mutluluğu! Milyonlarca canlının yiyeceği! Yaz gelir... biçilir Allah, biçilir... derken harman sırası gelir; çavdardan sonra buğday; derken arpa, yulaf; millet harıl harıl çalışmaktadır; yitirecek bir dakikası bile yoktur insanın; yirmi gözü de olsa çalışmaya bakar. Eğlence bitti mi bitti, işe başlamalı; göz işleri vardır ambarların, kilerlerin, ahırların onarılması vardır, kadın işleri de vardır aynı zamanda; bilanço tutulur, iş tamam mı diye bakılır... A bir de bakarsın kış bastırmış! Buğdayın her havada savrulması; tohumların ambarlardan dükkanlara götürülmesi, ağaçların devrilmesi ve hızarcılığı; ilkbahar yapıları için tuğlaların ve kereste odununun taşınması. Bir değirmene gidilip, iş yerlerine göz atılır. Bense bir oduncu baltasını eğer iyi kullandı mı, iki saat geçirebilirim ona baka baka. Çalışma benim canıma can katar. Ve eğer bundan başka, bütün bunların bir amaç uğruna yapıldığı, çevredeki herkesin meyvesi ve karı var diye işine canla başla sarıldığı ve işini ilerlettiği görülürse, artık duyulanı anlatmaya dilim varmaz. Ama servetimiz çoğaldığı için değil- para bir yana- ama bütün bunlar sizin eseriniz olduğu için; siz üretmişsinizdir, bir büyücü gibi çevrenize bolluk ve mutluluk saçmışsınızdır. Kostanjoglo, çizgileri artık yok olmuş yüzünü kaldırarak: “Siz böyle bir sevinci nereden bulursunuz?” dedi. Bir kral taç giyme törenini anlattığı zaman yüzü nasıl parlarsa onun da yüzü öyle parıl parıl parlıyordu. “Evet dünyanın dört bucağında bulamazsınız böyle bir sevinci! İnsan burada Tanrıya öykünür. Tanrı kutsal sevinç için yaratmıştır her şeyi ve ister ki insan da aynı biçimde çevresinde mutluluk üretsin... bakın bakalım hiç buna sıkıcı bir şey denir mi?
Bu anlatımda işini seven bir insanın heyecanından, coşkusunda çok daha fazla bir sıcaklığı siz de hissettiniz değil mi? Toprakla olan ünsiyeti insanı her zaman rahatlatmış, huzura erdirmiştir. İşte modernizmin bizden çaldığı en önemli şeylerden biri de bu olmuştur. Toprakla olan bağımızı en aza indirmiştir çağ mühendisleri.
Sevgiyle kalın.