“Ensâr”; yardım eden, imdada yetişen anlamlarına gelmektedir. İslam tarihine baktığımızda nübüvvetin 13. yılında Medineli Müslümanların evlerini barklarını gönül dünyalarını Mekkeli muhacirlere açması Kuran-ı Kerimde övülmüş bu vesileyle Medineli “ensarlar” İslam tarihinin parlak sayfalarında altın harflerle kendilerinden bahsettirmiştir. Günümüz İslam dünyasında maalesef kan ve gözyaşı eksik olmazken Millet olarak eksiklikleriyle “ensâr” olmayı inşallah başarabildiğimizi düşünüyorum. Çünkü ensâr olabilmek Müslüman olmanın gereğidir. Ensâr olabilmek, insanî duyguların hazzını en üst düzeyde yaşayabilmektir. Ensâr olabilmek, ancak ve ancak erdemli toplumun ve bireylerinin altından kalkabileceği bir sorumluluktur. Ensar olabilmek empati yaparak karşısındaki Müslüman kardeşinin duygularına tercüman olabilmektir.
Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya; işte onlar gerçek mü’minlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.” (Enfâl Suresi 74.) İslam kardeşliğinin zirvesinin bir tezahürü olan ensâr ve muhâcir kavramlarının derin anlamını ancak yukarıdaki âyetlerin sunduğu mesaj çerçevesinde düşünürsek doğru dürüst anlayabiliriz. Sadece geldikleri yere geri dönsünler gibi yaklaşımlarla “ensâr” sıfatını ve olgunluğunu kesinlikle kazanamayız. Hangimiz isteriz yakıcı sıcakta ya da dondurucu soğukta çadırlarda yaşamayı? Hangimiz isteriz çocuklarımızın eğitim hayatının kör topal ilerlemesini ya da eğitimden mahrum kalmasını? Hangimiz isteriz gözlerimizin önünde oğlumuzun, eşimizin ya da akrabalarımızın en gelişmiş silahlarla katledilmesini? Kim isteyebilir ki ezilmişliği, yokluğu ve her şeyden önce çaresizliği vicdanının derinliklerinde hissederek yaşamayı? Rahmet, mağfiret ve bereket ayının coşkuyla yaşandığı bugünlerde evlerinden barklarından koparılan muhacirleri düşünüp elimizden bir şey gelmiyorsa hamasi duygulardan sıyrılıp en azından hayır duayla yanlarında olabilmeliyiz.
Bütün olumsuzlukları bir kenara bırakıp ülkemizdeki muhacirlerle ilgili yüzümüzü güldüren, içimizi ısıtan gönül dünyamızda muhabbet yeli estiren kimi güzelliklere de şahitlik ediyoruz. Geçtiğimiz günlerde gerek yerel gerekse ulusal basında yer alan bir haber içimizi ısıtmaya yetti de arttı bile. Konya’da yaşayan Filistin asıllı hafız bir gencimizin topluma yararlı işlerde ve bilimsel çalışmalarda öncü olması ve toplumumuza faydalı olmaya çalışması gönüllerde ayrı bir muhabbet oluşturdu. Konya’mızın seçkin okullarından ve öğrencilerinin tamamı hafız öğrencilerden oluşan tam 245 Hafız öğrencinin eğitim gördüğü Mustafa İlboğa Hafızlık Proje İmam Hatip Lisesi öğrencisi Abdurrahman Zafer Şakdi ailesiyle bir buçuk yıl önce Türkiye'ye gelmiş. Filistin asıllı 17 yaşındaki İmam Hatip Lisesi öğrencisi genç hafızımız, ramazan ayı dolayısıyla birkaç camide mukabele okuyup akşamları da camilerde teravih namazı kıldırıyor. Ramazan heyecanının canlı bir şekilde yaşanması için camiler arasında koşuşturuyor. Diğer yandan da bilimsel çalışmaların içerisinde yer alarak Teknofest Bilim Festivaline hazırlanıyor. Çok akıcı bir Türkçe konuşan hafız kardeşimiz, eğitimini ülkemizde tamamlayıp ülkemizin geleceği için iyi bir mühendis olmak istiyor. Bu açıdan baktığımızda bir Abdurrahman için bile bunca sıkıntıya katlanmak gerek diye düşünüyorum.
Yardım için elini uzatan birine şefkat elinin uzatılmaması bir insanlık dramıdır. Bugün medeni geçinen Avrupa, muhacirlerin dini kimliğine bakarak ikincil bir tavır takınmıştır. İslam ahlâkı, mağdurlara, mazlumlara ve muhtaçlara din, dil ırk ayrımı gözetmeksizin yardım etmeyi kısaca “ensar” olmayı gerektirir. Selam ve dua ile…