Nasıl bir kutu imişsin ki, uçakların kara kutusunu bulup çözmek bile daha basit kalıyor seni çözmenin yanında. Evimizin başköşesine seni misafir etmiştik şimdilerde evin sahibi sen oldun. Artık biz sana konuk oluyor, ikramlarını büyük bir hazla kabul ediyoruz.
Televizyondan bahsediyorum evet, medya ve iletişim çağının o mahir çocuğundan. Ortalama bir Anadolu insanı hele şehir görmüşü, kanepeye uzanıp televizyon seyretmek için gün boyu o anın hayalini kuruyor artık. Şöyle ayaklarımı uzatıp, hanıma da demli bir çay söyleyip, çocukları da odalarına gönderdim mi değme keyfime diyenlerden değilsiniz siz değil mi?
Televizyonun bize dayattığı ve yaşattığı hayatın bize ait olmadığını uzun uzadıya yazmak niyetinde değilim bugün. Televizyonun sağlığa verdiği zararları da bırakayım uzmanları tartışa dursun. Peşinen söylüyorum, kalite yoksunu kanal bolluğu yaşıyor evimizin patronu. Benimse garipsediğim bu düşüklüğe rağmen nasıl oluyor da reytingler tavan yapıyor ha bire ve televizyon her geçen zaman yerini daha da sağlamlaştırıyor evimizde?
Gündüz kuşağı denilen saatlerin halini hangi kalite ve değerle ölçeceğiz? Şimdi bakalım; hatırı sayılır kanalların sabah programlarını bilen bilir. Takmış takıştırmış teyzeler, İstanbul beyefendisi edasında amcalar, doluşmuş stüdyoya sabah sporuyla başlıyorlar güne. Yemek tarifleri olmazsa olmazı bu tür yapımların, konuk olarak bir diyetisyen, bir şarkıcı yetiyor zaten.
Konukların bolca geyik muhabbeti yaptığı sabah programlarının en gözde konuları “ne yersek zayıflarız, ne giyersek yakıştırırız” meselesinden ileriye gidemiyor. Sabah sporunu yapan amcalar, teyzeler stüdyonun mutfağında eşsiz yemekler tadıyorlar.
Öğlen saatlerinde nispeten daha şanslı kanallar; bir iki haber çıkıyor zaten, canlı üç beş bağlantı, son dakika haberleri ve öğleden sonra; tekrarların dayanılmaz ve kaçınılmaz hafifliği. Arşivden bilmem hangi dizinin bilmem kaçıncı bölümünü servise sunuyor patronlar. Çocukluğunu bildiğimiz dizi oyuncuları var, gündüz çocuk akşamında genç delikanlı oluyor bunlar. Dizi bitince Yeşilçam’ın unutulmaz replikleri, dram dolu sahneleri, güldüren komiklikleri… Misal, bıkmadan usanmadan Kemal Sunal filmlerini her akşam yayınlayan kanalımız, yetmedi mi daha? Olmuyorsa bırak, yayın yapmak zorunda mısın, baktın bitti malzeme, yayına üş beş saat ara ver.
Akşamüzeri bir yarışma tufanı başlıyor. Birbirini alabildiğine hırpalayan, ezen, yenmek için elinden geleni ardına koymayan insanımız tüm maharetlerini sergiliyor. Ucuz, maliyeti sıfır, oyuncusu hazır paket programlar… Cuma günleri de kanalların hazır da bekleyen “hocaları” var, öğleden sonrayı onlar dolduruyor zaten.
Evlilik programları mı, onlar başka bir yazının konusu olmalılar? Yine de rast geldiğim bir sahneyi aktarayım onlarla ilgili; genç bir kadın, kendine talip olan adamla karşı karşıya oturmuş, sunucu nasıl yaparım da gözyaşı döker çabasında ve nihayet kadın ağlamaya başlıyor, stüdyoyu terk edecek, hızla kalkıyor yerinden, yürüyor dışarıya doğru, işte o karede gizli her şey; kameramanlar, yönetmen, asistan önünü kesiyorlar kadının ve güya yardımcı olalım, çözelim havasında tutup kadını tekrar sahneye atıyorlar. Arenaya atılan bir yem gibi, seninle işi bitmedi ki o sunucunun, senden yeterince verim alamadı ki…
Velhasıl ne kalite ne özgünlük, geç karşıma, gerisini boş ver, bırak kendini bana, izletecek bir şey bulurum sana, eminliğinde televizyonumuz var ya…