Geçtiğimiz hafta sonu Adana’da gerçekleşen polisin göstericilere müdahalesi ciddi bir gündem maddesi haline geldi. Olaya dair kanaatler açıklandı, düşünceler paylaşıldı.
Yapılacak her değerlendirmenin belli eksiklikleri olacak, muhatabın konumuna göre yansımaları bulunacaktır. Bir tarafta güvenlik kaygısı, diğer tarafta demokratik bir hak olan gösteri hürriyeti yer alıyor.
Bu nedenle olayı sadece dış görüntüsü açısından değil, derinlemesine değerlendirmek gerekiyor. Normal şartlar altında kim olursa, hangi taleple gelirse gelsin Anayasa barışçıl gösteri ve eleştiri hakkını güvence altına alıyor.
Peki, bu olayda aynı netlikte konuşabilir miyiz?
Kadına şiddet uygulayan kadın polisin başının kapalı olması neyi değiştirir? Sonuçta İngiltere Türkiye’den 20 yıl önce Müslüman kadın polis istihdam edip, başörtüsü kullanmasına izin verdi. Sadece başörtülü ve kadın olmak bir değerlendirme unsuru değil. Pakistan’da Allah Allah diyerek üzerindeki bombayı Sünni/Şii camisinde patlatıp, insanları katledenler yok mu?
Ayrıca, Emniyet ve TSK’nın Fetö, DAEŞ, PKK gibi terör örgütlerinden tam olarak temizlendiğini kim iddia edebilir? Şiddeti uygulayanın devlet-millet kucaklaşmasını baltalama, iktidarı açığa düşürme, toplumda infial meydana getirme saikı ile hareket etmediğinin bir garantisi verilebilir mi?
Bu türden olayları abartmak, bireysel birtakım müdahale ve işlemleri abartarak kabartmak isteyen bir kesimin bulunduğu bilgisi yalan mı?
85 milyon nüfus ve milyonları aşan memur var. Birileri hata yapacak, diğerleri de düzeltecek. Münferit olaylar gündeme maksadı aşacak şekilde getirilirse toplum yanlış biçimde yönlendirilmiş olur.
Furkan Vakfı ve müntesiplerinin iyi niyetli olduklarını ve toplumun menfaatlerini savunduklarını iddia etmek mümkün değil. Kullandıkları yöntemler, tercih ettikleri kelime ve kavramsallaştırmalar masum gelmiyor.
Evet, gösteri ve yürüyüş bir hak iken, bunun kullanılması da aynı şekilde belli mükellefiyetler getiriyor. Olay araştırılacak, soruşturulacak ve bir karara bağlanacak. Toplumun ve özellikle herhangi bir bilgi ve belgesi olmadan doğruydu, yanlıştı tartışmasına girmek doğru değil.
Yapılan açıklamaları, aceleci değerlendirmeleri dizginlemeden ne düşünce özgürlüğü korunabilir ne de demokratik hakların korunması.
Toplumda cinnet haline gidiş emareleri mevcut.
Terör örgütü mensupları güvenlik bürokrasisinde gizlenmiş olabilirler. Provokatörlerin piyasayı kaplama ihtimalleri çok yüksek.
Emniyet bürokrasisi dikkatli olmak zorunda; özellikle toplumsal olaylara müdahale eden görevlilerini iyi biçimde eğitmek durumunda.
Benzer durumlar hasta-sağlık personeli ilişkisinde de ortaya çıkıyor. Kim, sağlık personeline şiddet uygulanmadığını iddia edebilir? Yine kim, tüm sağlık personelinin hasta haklarına riayet ettiğini söyleyebilir?
Her iki gruptan insanların mevcut olduğu aşikar.
15 Temmuz sonrası dönemde defaatle uyarmıştım: Fetö bürokrasisinin boşalttığı alanın yeteneksiz ve kötü niyetli grup ve kişilerce, hızlıca doldurulma ihtimali ile yine bu örgüt mensuplarının kripto hüviyette çalışmaya devam etmeleri.
Bütün bu kötü örnekler siyaset mekanizmasına bir ders olmalıdır. Sonuçta yanlış ve kötü niyetli insanların neden olduğu tahribat inanılır gibi değil.
Sağlık, güvenlik, akademi bürokrasisi tartışılıyor. Yanlış yapanlar büyük resmi gölgeliyor. 20 yıllık bir iktidar döneminde bürokrasinin yanlış yapma ihtimali çok yüksek, ancak önemli olan yanlışın üzerine gitmek ve sorunu çözmek.
Bu olaylar siyasete mesaj olarak değerlendirilmelidir. Gereğinin yapıldığını gören toplum siyaseti yüceltecektir.
Yetkililerin şu ana kadarki açıklamaları olumlu.
Tartışmaları derhal bitirmek gerekiyor.
Yanlış yapan hesabını ödesin.