“Taraf olmayan bertaraf olur” derler. Muhakkak ki bir konuda fikir sahibi olmak , görüş bildirmek, en önemlisi size doğru gelen düşüncenin yada oluşumun arkasında olabilmek, bilgili olmanın, düşünce zenginliğinin göstergesidir.
İnandığınız dava ne olursa olsun, asıl olan karşı tarafın varlığını kabullenerek saygı duymaktır.
Sizin fikrinizi ve akabinde sizi değerli kılan bu şekilde hareket etmenizdir. Aksi davrandığınız takdirde her zaman desteklediğiniz hatta ölümüne peşinden gittiğiniz yol ne olursa olsun amacına ulaşamaz.
Kazandığınız zannettiğiniz anlarda bile kaybetmişsizindir.
İslam dini de bu konu üzerinde hassasiyetle durmuştur. Sizi böyle davranmaya iten kibir, bencillik, ön yargı gibi duygular büyük günahlar arasında görülmüştür. Kur’an-ı Kerim’de bu hislerle ilgili insanoğlunun uyarıldığı, ikaz edildiği birçok ayet bulunmaktadır.
Gerek inancımız gerekse kültürümüz bizlere bu konuda nasıl davranmamız gerektiğini söylese de ,çoğu zaman aksi şekilde hareket ederiz. Doğru olanın ne olduğunu bilmemize rağmen nefsimize uyar, yaşananı bir şekilde kendi lehimize çevirmeyi başarırız.
Örnek vermek gerekirse, düşünün ki, dünyanın en iyi davranışlarından birini bize fikir veya yaşayış olarak tamamen ters biri sergilerse, yaptığını memnuniyetle karşılamayız. Kişiye karşı biriktirdiğimiz önyargıyı hemen devreye sokarız. Yapılan eylem hayatımızı bile değiştirecek kadar önemli olsa da kusurlarını bulur, eksiklerini araştırmaya başlarız.
Toplum içerisinde o kişiyi kötüler, bile bile yanlış olanı savunuruz.
Buna karşın, örnek verdiğim başarıdan çok daha az öneme hayiz olan bir sonucu kendi arkadaşımız, sevdiğimiz bir yakınımız yada desteklediğimiz bir insan elde ettiği takdirde daha fazla abartmaya çalışır, yer göğe sığdıramayız.
Bırakın yararlı bir sonuç elde etmeyi hata yapsa, başarısız olsa dahi çeşitli mazeretler bularak, olumsuzluğun çokta büyük olmadığı kanaatine varırız.
Doğruyu yada yanlışı, başarıyı yada hatayı belirlerken, sonuçtan ziyade kişiye göre değerlendirme yapmamızın tek bir nedeni vardır. Dürüstçe söylemek gerekir ki ne dostumuz, ne karşımızdakiler önemlidir. Önemli olan “BEN” dir.
Meydana gelen gelişmelerde değerli değildir. Taşıdığınız ego, aklınızın ve yüreğinizin önüne geçmiştir, adeta gözünüzü kör eden benlik duygusu yönetir sizi.
Zaten bir noktadan sonra kalbinizde, düşüncelerinizde sahip olduğunuz hisler etrafında şekillenir.
Yanlışa doğru derken bile zerre kadar tereddüt duymazsınız.
Daha önceki satırlarda da belirttiğim gibi, İslam inancı insanın bu noktaya gelmesini önlemek için sık sık uyarır.
Aklını kullanabilenler de bencillikten, körü körüne taraftar olmaktan ve ben merkezli düşünmekten hayatları boyunca uzak dururlar.
Çıkarcı duygulardan kaçındıkları gibi etkili iletişimin en önemli anahtarı olan empatiye yoluyla sorunlara yada olaylara yaklaşırlar.
Hani sağduyu denilen değerini asla kaybetmeyecek kavram var ya işte böyle insanların çok olduğu toplumlarda yerleşmiş bir duygudur.
Ülke gündemini uzun süredir meşgul eden konuya bizlerde bu eksende yaklaşabilseydik bu denli üzücü olaylar meydana gelmezdi.
Yaşanan sıkıntılar bir tarafa oluşan tablo bırakın sağduyulu yaklaşmayı tahammülü dahi olmayan bir topluma dönüştürüldüğümüzü göstermektedir.
Hadiseye gerek hükümet nezdinde gerekse protestocular nezdinde farklı anlamlar yüklenebilir. Fakat somut olan gerçek, bu denli şiddetin normal görülmesi, en ağır hakaretlerin ve küfürlerin en yüksek makamlara rahatça söylenebilmesi, en kutsal mekanların geleneklere- öğretilere aykırı şekilde kullanılmasıdır.
Üstelik tüm bu yanlışları meşru sayan, ötekileştirmek için bahane arayan, şiddetin her türlüsünü rahatlıkla ve acımasızlıkla uygulayabilen ve gittikçe daha geniş bir kitle üzerinde egemen olmaya başlayan bir zihniyet de mevcut.
Barış görüşmeleri, ekonomik büyüme, teknolojik gelişmelerle yüzümüz gülüyorken, birden bire nasıl bu hale geldik sorusunun cevabı da oldukça basit.
Eğer birbirimize tahammülümüz yoksa, sevgi yoksa, anlamak için gayret yoksa acıma yoksa, ahlak yoksa yani insanı insan yapan yaratılmışların içinde eşrefimahlükat yapan unsurlar yoksa tablonun bu şekle dönüşmesi normaldir. Kaçınılmaz sonuçtur.
Ceviz içini doldurmayacak bir problem, tek gündem olabiliyorsa, Avrupa Devletleri Başbakanımızı istifaya çağıracak kadar hadlerini aşabiliyorlarsa, çok daha dikkatli davranmamız gerekmezi mi?
Herşey bir tarafa, haklıyı haksızı belirlemeyi bırakıp sadece sonuca odaklansak bile Türkiye’nin enerji-para-itibar kaybettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Tabi bu sürecin, kazananları da yok değil. Ellerini ovuşturup, dış güçleri arkalarına alarak, ülkesindeki insanın mağdur olması mazlum olması için uğraşanlar da var.
Ne yazık ki bilinçli- bilinçsiz halk desteği ve özellikle bir kısım medyanın üstlendiği paravanlıkla bu isimlere primde veriliyor.
Yaşananları üzüntü içerisinde ekranlarda seyrettikçe çocukluğumda okuduğum ve oldukça etkilediğim Ahmet Günbay Yıldız’ın Yanık Buğdaylar adlı romanından bir sahne aklıma geldi.
Deprem olmuş akabinde gelen yangınla insanlar endişe içinde koştururken, bazıları yardım için çırpınırken, daha sonra köyün ağası ve zengini olacak iki kişi altın çalmak, para çalmak, derdindeydi.
Acılar, ölümler, onları bırakın üzmeyi daha çok mutlu diyor, yeni fırsatlar oluşturuyordu. Türkiye’nin tarihi boyunca yaşadığı, terör, darbe , çatışma ortamlarını ve bu acılardan büyük vurgunlar çıkartanları düşününce kötü kahramanların yalnızca kitaplarda olduğunu düşünmek saflık olmaz mı?.
Yani dostlar son olaylarla birlikte dolar yükseldi, borsa çöktü, bir nevi ekonomik ve toplumsal zelzele oldu. Tüm bu olumsuzluklardan çıkarlarını düşünüp kazananları zaman gösterecektir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin de buyurduğu gibi
“Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler”
Hayırlı işlerinizde başarılar diliyorum.