GERİSİ HİKAYE!

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

 

FED’in faiz artırımına Eylül ayında başlayıp başlamayacağı, yine bizim ve tüm ülke ekonomilerin en önemli gündem maddesini oluşturduğu haftalardan birini daha geride bıraktık. Ama görünen o ki, en azından bana artık pek ilginç gelmeyen ABD ekonomisinin verilerinin oynaklığı devam edeceği düşünüldüğünde, FED Eylül ayında yıllar sonra ilk faiz artırımını uygulamaya koysa bile daha nice haftalar, FED kararları ekonomi çevrelerinin ajandalarında ilk maddeler arasındaki yerini alacak. Bunun başlıca nedeni, ABD ekonomisinin enflasyon ve istihdam verilerinin oynaklığı kadar, faiz artırımı kararının başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere küresel ekonomiyi ne yönde ve ne boyutta etkileyeceğinin, daha doğru bir ifadeyle etkisinin ağırlığının ne kadar olacağının tam olarak kestirilememesinden kaynaklanıyor. Böyle bir düşüncenin hakim olmasında Çin’in yaptığı devalüasyonun, ihracat ve ithalat açısından dünya ekonomisinin ayarlarını olumsuz yönde etkilemesinin de büyük payı var.

ABD ekonomi verilerine genel olarak bakıldığında, Eylül ayında kısmi bir faiz artımına gidip küresel ölçekte etkilerini takip edeceği, sonraki ilk FED toplantısında yapılacak durum değerlendirmesinde orta vadede nasıl bir politika izleyeceklerine ancak o zaman, karar vereceklerini düşünüyorum. Yani kısaca topu rakibe at (küçük oranlı da olsa faiz artırım kararı al), rakibin yapacağını izle (özellikle gelişmekte olan ülke ekonomilerindeki etkilerini gör) ve sonra kendinin ne yapacağına karar ver (ABD ekonomisi için en faydalı kararı ver), sonrasını rakip (başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere, tüm ülkeler) düşünsün, mantığı.

Dünya ekonomisinin ikinci gücü ve özellikle ihracata dayalı ekonomik büyümesinin %10’lardan %7’ye düşmesiyle panikleyerek yavaşlaması sonucu yaptığı son devalüasyonla bu krizi atlatmaya çalışan Çin ekonomisiyle ilgili soru işaretleri devam ediyor. Bunun farkında olan Çin yetkilileri, ekonomilerini durgunluktan kurtarmak, borsanın yönünü yukarı doğru çevirmek için önlemler almaya devam ediyor. Tüm dünya ekonomileri olarak ortak temennimiz Çin’in bir an önce durgunluktan çıkıp, meşhur olduğu %10 büyüme oranı çıtasını yakalaması. Çünkü dünya ticaretinde ABD, AB, Japonya gibi önemli bir payı olan Çin’in ekonomisinin durgunluğa girmesi tüm küresel ekonomimin durgunluğa girmesiyle neredeyse eş anlamı ifade ediyor. Bu nedenle, hem FED’in alabileceği her türlü olası karara ve hem de Çin’in içine düştüğü finansal çöküş ve ihracat düşüklüğü krizine karşı özellikle gelişmekte olan ülkelerin kendi ekonomileriyle ilgili sorunları, kalıcı nitelikte olmak şartıyla çözme yoluna bir an önce başlamaları gerekiyor. Değilse siyasi kriz ve doğurduğu iktisadi ve sosyal sorunlarla uğraşmak, ülkeler arası gelişmişlik yarışında geri kalmak demek. Umarım ülkemiz, bu yarışta geri kalanlardan olmaz.  

ABD ve Çin ekonomisiyle ilgili karışık verilerin yanı sıra genel ekonomiyi ve başta coğrafi avantajı olmak üzere önemli dış ticaret partnerimiz olarak ülkemizi yakından ilgilendiren AB ekonomisi ile ilgili son verilerin olumlu çıkması sevindirici bir gelişmedir. Kendi ekonomisi yanında, bölgesel olarak ekonomileri etkileme gücü kişi başına düşen gelirin, ihracat ve ithalat kapasitesinin yüksek olması nedeniyle önemli bir konumda olan AB’nin bu özelliğini devam ettirmesi için, varlık alım programının uygulanmasının sürdürülmesini gerekli kılmaktadır. AB’nin stagnasyona girmesi,  önemli ticaret paydaşı olmamız nedeniyle başta ülkemiz ve birçok gelişmekte olan ülkelerinde, aynı sonla tanışması anlamına gelmektedir. Böyle bir final ise küresel boyutta toplam gelirin düşük olmasına bağlı olarak üretim ve istihdam oranının azalmasına, dolayısıyla global ekonominin durgunluk sarmalına yakalanmasına ve siyasi kriz temelli olmak üzere iktisadi ve sosyal patlamalara zemin hazırlaması sonucunu ortaya çıkarıyor. Bu nedenle AB ekonomisinin durgunluktan çıkması tüm dünyanın çıkarınadır.

Küresel ekonominin yavaşlamasında başrolü oynayan gelişmekte olan ülkelerin, olası FED kararının uygulamaya geçme aşamasında, yıllardır ucuz dış kredi kaynaklı, başkasının parasıyla sanal büyüme ve yalancı bahar ekonomi mutluluk pozları artık bitmek üzere. Bu olgu maalesef ülkemiz içinde geçerli, hatta olumsuz şartlar bakımından daha da fazlası var. Neler mi bunlar? Sayacak olursak; ihracatta ürettiğimiz ürünün kalite ve fiyatıyla küresel bazda rekabet etmemiz gerekirken bunu sadece nispi olarak düşük ücretle ve TL’yi ucuzlatarak (döviz kurları yükseltilerek) yapmaya çalışmamız, yüksek enflasyonun kemikleşmesi, ileri teknolojiye dayanmayan ve montajlama (vidalama) üzerine kurulu sanayi üretim yapımız, AR-GE yatırımlarının hem düşüklüğü hem de dünyadaki örneklerinin tersine özel sektör yerine kamu kesimi öncülüğünde kullanılmaya çalışılması, teorik ağırlıklı günümüz teknoloji düzeyine dönük olmayan eğitim-öğretim formatımıza rağmen atılması gereken adımların bir türlü atılmaması gibi bir çırpıda sıraladığımız faktörlere ek olarak siyasi belirsizlik, terör olaylarının artışı. Zincir ancak en zayıf halkası kadar güçlüdür. Ülke olarak en zayıf halkamız olan toplumsal barışı en kısa zamanda bir şekilde sağlamalıyız. Bu konuda herkes eteğindeki taşları dökmeli, herkes ama herkes vantrolog modundan çıkmalı, niyeti ne ise açıkça söylemeli, bir an önce ne olacaksa olmalıdır. Bu halkayı güçlendirmeden diğer halkaların güçlü olması hiçbir anlam ifade etmiyor çünkü.  Bunu başaramazsak yapılan tüm diğer doğruların hiç birinin kıymeti olmayacak. Mehter takımı gibi üç adım ileri iki adım geri misali toplumsal enerjimizi verimsiz kullanmaya devam ederiz. Olan ülkemiz insanına, kaynaklarına ve gelecek nesillerin refah seviyelerinin ipotek altına alınmasına olur.

Soru: Gelir vergileri, enflasyonla mücadelede dolaylı vergilerden daha etkili midir? Neden?... 

Sözün Gözü: Bir mazlumun bedduası, kainatı bile yakar, seni mi yakmayacak?