İnsanoğluna dair oldukça sevdiğim bir tanımlama var.
Eşref-i mahlûkat…
Yaratılmışların en şereflisi, en özeli…
Bu onurlu ismi gerektiği şekilde taşıyabilmekse büyük bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor. En başta “kul” olduğumuzun bilinciyle sahip olduğumuz maddi ve manevi imkânlarımız doğrultusunda imtihanlar yaşayabileceğimizi kabullenmeliyiz.
Nede olsa adına ömür dediğimiz bu hayat yolculuğunda, güzelliklerin ve mutlulukların yanında birçok zorluk ve sıkıntıyla karşılaşma olasılığımızda var.
Her şey en iyi şekliyle gitsin isterken bir takım problemler çıkarak, tüm emeğimizi bir anda götürebilir. Kendi yaptığımız hataların sonuçlarına katlanmak bir parça daha kolaydır. .Fakat doğal afetler, sağlık sorunları, ani bir şekilde ortaya çıkan olumsuzluklar gibi bize bağlı olmadan meydana gelen hadiselerin bedeline katlanmak daha zor gelir. Netice de tüm bunlar mutlak kader içerisinde olup; şüphesiz ki ciddi sabır gerektirmektedir.
Yine aynı şekilde parasızlık, itibarsızlık, zor şartlarda ve zor ortamlarda doğmak, “ülkenin zencisi” olarak anılmak ve bu şekilde muamele görmek tahammül isteyen imtihanlardır.
Böylesi durumlarda mücadeleye devam etmek ve inancını korumak ise her yiğidin harcı değildir.
Sonradan yaşanabilen sıkıntıların yanında , hayata tabiri caizse 1-0 geride başlayan, olağanüstü çabalarla içinde bulunduğu koşullara direnebilen, ciddi efor isteyen mücadeleler gösterenlerde var.
Karşılaştığınız problemleri çelik gibi sinirlerle karışılasınız bile herkesin belirli bir dayanma noktası vardır. İstisnalar hariç tüm insanlar, yaşadığı sıkıntılardan bunalıp desteğe ihtiyaç duyar. Böyle anlarda mantıklı düşünemez ve nasıl karar vereceğini bilemez. Tüm sıkıntıların ortasında güvenilir bir yol göstericiden daha iyisi yoktur. Bizi dinlemesi ve anlamasıyla bile yalnız olmadığımızı hissettiren kişilerse dostlarımızdır.
Bir nevi sırtımızı dayadığımız dostumuzun nasıl olması gerektiğini ise İranlı meşhur söz ustası Sadi Şirazi şöyle tanımlar “Olgun bir adamı dost edinmek isterseniz eleştiriniz, basit bir insanı dost edinmek isterseniz methedin”.
Asırlardan beri sözleri dilden dile dolaşan Şirazi’nin de belirttiği gibi , olgun insanın hayatı algılayışı avamdan farklıdır. Kendine yakışır şekilde iç dünyasına yoğunlaşır ve tüm çevresini olgunlaşma yolunda birer araç bilir. Hiçbir eleştiriden olumsuz etkilenmez. Her tür eleştiriye hazır olmanın büyük bir ahlak belirtisi olduğunu bilir. Olgun insan sert ama yapıcı uyarıların nefsine ağır gelmesine izin vermez.
Bu tür özellikleri taşıyanlar, hem güvenilecek bir dost hem de mükemmel bir yoldaştır. Onlar eleştirirken de , öğüt verirken de konuşmalarında hikmet taşırlar.
Böylesi arkadaşların ve arkadaşlıkların önemini vurgulamak için Hz. Ali “Dostlarım içerisinde en sevdiklerim, bana kusurlarımı söyleyenlerdir” diyerek dostlukta eleştiriye dikkat çekmiştir.Genel anlamda İslamiyet’te de tenkit ve methiye konusunu nasıl algılamamız gerektiğine dair bir çok çarpıcı örnekler mevcuttur.
Yergiyi ve övgüde önemli olan diğer bir konu da söyleme üslubudur. İyi niyetle sunulan sözler , yanlış şekilde dile getiriliyorsa amacına ulaşamaz. Tenkidin de yanlışı söylemenin de bir adabı olmalıdır.Kırmadan, küçümsemeden, niyetinizi belli ederek, başka bir aracı koymadan kişinin kendisine direkt eleştirilerinizi söylemelisiniz.
Tüm bu faktörler yerine gelse dahi üzülerek söylemek isterim ki toplumumuzun bu konuya bakış açısı önyargılı ve eksik.Ayrıca olgun ve haklı tenkit de bulunan insanların sayısı çok az ve maalesef olanlarda kendi menfaatleri zedelendiği zaman konuşma ihtiyacı hissediyorlar.
Halbuki gerek nefsimizle ilgili olgunluğu yakalamak gerekse başarı elde etmek için her şeyi tüm çıplaklığıyla görmemiz gerekmektedir.
Hal böyleyken bile geçmişten günümüze ise birçok imparatorluk , krallık, siyasi partiler, kuvvetli liderleri “Haklı ve Üsluplu” eleştirilerden yoksun olmuşlardır. Bu şekilde davranmalarının bedelini ise yine kendileri ödemişlerdir.
Dikkat ederseniz tarihte iz bırakmış medeniyetlerin ve devletlerin tenkit edilmeye gözlerini kapadığı zaman yıkıldığını görürsünüz. Çünkü kibirleri ve aşırı özgüvenleri nedeniyle gidişatın kötü olduğunu fark etmezler ve artık gerçeğe ulaşma imkânları ortadan kalkmış olur.
Ülkelerin kaderini dahi etkileyen böylesi önemli bir konuyu, günlük hayata indirgediğimizde ise daha üzücü bir tabloyla karşılaşıyoruz.
Mevki ve makam hırsının etkisiyle, başarısızlığın hazımsızlığı nedeniyle, bir dostumuz, amirimiz yada çalışma arkadaşımız eleştirinin yerini ve dozunu şaşırıp, menfaati için kullanabiliyor. Çıkarları doğrultusunda düne kadar kusursuz gördükleri kimseye, en ufak bir hadisede düşman kesilip iftira atabiliyorlar.
Güven kelimesinin rafa kalktığı bir toplumda, hele ki eleştiri kavramı çıkarlar doğrultusunda kullanılıyorsa,ortada cidden büyük bir sıkıntı var demektir.
Çünkü böyle hallerde dostlukta, arkadaşlıkta yalnızca isimden ibaret kalır.
Bizlere yakışanda inanç ve kültürümüzün getirisi olarak, dostluğa da eleştiriye de sahip çıkmamızdır.
Ayrıca İmam Cafer Sadık Hazretleri “Arkadaşını bir hatada gördüğü zaman onu uyarmayan, onun haklarını çiğnemiş olur” sözüyle aslında sorumluluğun önemli kısmının da yine dosta ait olduğunu ortaya koyar.
Evet siz siz olun, birine dostsanız, onu üslubuna uygun şekilde eleştirin, doğruları bulmasını sağlayın. Yada böyle bir dost edinin.
Hayırlı işlerinizde başarılar diliyorum.