Gelişmiş ve gelişme yolundaki ülkelerin ekonomi verileri ve uluslararası kuruluşların raporları, orta ve uzun dönemde yüksek oranda küresel durgunluk olasılığını işaret etmektedir. Dünyanın fabrikası, mal ve hizmetlerin global çapta en önemli alıcısı ve satıcısı konumundaki Çin Halk Cumhuriyeti ekonomisinin, kendisiyle adeta özdeşleşen %10 büyüme oranlarından %6’lar düzeyine inmesi, Trump’ın hortlattığı ABD’nin açık verdiği ülkelere ve özellikle de Çin’e karşı uygulamaya koyduğu gümrük tarifelerini ABD lehine olmak şartıyla artırması şeklinde kabaca ifade edilebilecek korumacı politika savaşında yumuşama sinyalleri vermesine nasıl sonuçlarının tam anlamıyla kestirilememesi, AB’nin uzun yıllar takip ettiği piyasaya Euro pompalamasına ve üstelik maliye politikası araçlarıyla desteklemesine rağmen büyüme oranını %3’ler düzeyinde trend haline getirememesi yetmezmiş gibi İngiltere’nin – AB arasındaki Brexit sürecinin iki taraf adına zarar verecek şekilde gelişmesi yanı sıra Türkiye gibi yoğun ticari ilişkileri olan ülkelerin ekonomilerini de olumsuz etkilemesi, AB’nin hasta ve bakıma muhtaç çocuğu Yunanistan kadar olmasa da popülist politikalar vaadiyle bütçe açığı beklenen sınırları aşan İtalya’nın içinde bulunduğu zorlu koşulların birlik ekonomisini sarsma olasılığının yüksek olması, ABD’nin Rusya, İran’a yönelik yaptırımlarından sonra şimdi de Venezüella’ya yönelik uluslararası teamülleri hiçe sayarak darbe çığırtkanlığı yapması, petrol fiyatlarının istikrarlı bir sürece indirgenememesi gibi unsurların varlığı, küresel durgunluk beklentisini artıran başlıca unsurlardır. FED’in 2008 krizinde 900 milyar dolarındaki bilançosunu altı yıl gibi kısa süre içinde 5 katı artırarak 4.5 trilyon dolara çıkarması, cari dengesi açık veren ülkelerin nispeten ucuz maliyetli kaynağa ulaşmaları olanağını kolaylaştırdı. Aşırı bilanço büyüklüğünün farkına varan FED 2018 yılında 4 trilyon dolara düşürmeyi başarsa da, ekonomisinin daralması ve enflasyonu %3 bandına çıkaramaması endişesinden olsa gerek, daha fazla ileri gidememesi, dünya ekonomisinin büyümesi adına, şimdilik bir umut kıvılcımı oldu. Nitekim 2019 yılının yapılan ilk toplantısı sonunda FED, politika faizini 225-250 baz puan aralığında sabit tutarak piyasaların beklentilerine paralel bir duruş sergiledi. Üstelik “faiz artırımı” ibaresini açıklama metninden çıkaran ve bunun yerine sabırlı faiz artırımları şeklinde bir tavır sergileyeceğini FED, gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere dünya ekonomisinin geleceğine yönelik yeterli olup olmayacağının zamanla anlaşılacağı dipnotunu saklı tutmak kaydıyla, olumlu güvercin mesajlar verdi.
Kalın çizgilerle sıralanan ekonomi ağırlıklı nedenler yanında, özellikle ülkemizin bulunduğu coğrafi konum açısından ilgilendiren ilave faktörler bulunmaktadır. Söz konusu faktörler, başta ABD olmak üzere, çıkarları ABD ile uyuşan gelişmiş diğer batılı ülkelerin, Orta Doğu’da zengin petrol yataklarının kontrolünü elinde tutmak istemelerinden dolayı, bölge ülkeleri üzerinde baskı kurmak çabalarından kaynaklanmaktadır. Orta Doğu bölgesindeki önemli ekonomilere sahip Rusya, İran ve Türkiye gibi gelişme yolundaki ülkeler, hem kendi geleceklerini güvence altına almak hem de bölgenin bir an önce istikrara kavuşması ve kendi çıkarlarından da vazgeçmemek adına birlikte karşı politikalar geliştirmeye çalışmaktadırlar. ABD’nin bölgedeki çıkarlarını ne pahasına olursa olsun kaybetmek istememesi, gerektiğinde bölge ülkelerini devlet ciddiyetiyle bağdaşmayacak şekilde açıkça askeri gücüne güvenerek tehdit etmesi, Orta Doğu’nun ateş topu haline gelmesinin başlıca sebebini oluşturmaktadır. Her ne kadar alternatif enerji elde etme yolunda (kaya gazı, jeotermal, hidrolik, rüzgar enerjisi, biyo kütle enerjisi vb.) ciddi düzeyde başarılı adımlar atılmasına rağmen, günümüzde petrol, üretimde en önemli girdi konumunu sürdürmektedir. Tüm meselenin özü, Nasreddin Hoca’nın fıkrasında olduğu gibi yorgana (petrol) sahip olabilmektir. Yorgan olmasa kaos ortamı oluşturmak için, demokrasi yerleştirme, terör örgütlerini destekleme, nükleer silah üretiliyor gibi basit yalanlara dayalı uydurma politikalar devreye sokulmayacaktır. Dünyanın bilinen petrol rezervlerinin yaklaşık %18’i ile en fazlasına sahip Venezüella’da, ABD’nin kendine durumdan vazife çıkarması boşuna değildir. ABD’nin, İran ve Rusya’yı demokratik ülkeler sınıfına koymamasına rağmen Suudi Arabistan rejimine, sırf ABD çıkarlarına göre pozisyon almasından dolayı sessiz kalması, tam bir ironidir. Böyle absürt bir mantığa dayalı politikaların, dünya ekonomisini ve refahını artırması beklenemez. Defacto koşullarında Türkiye, duruma göre değil de makroekonomi gerçeklerine göre, orta ve uzun dönemde kalıcı etkiler doğuracak iktisat politikalarını devreye sokmalıdır. Kısa vadeli ve günü kurtarmaya yönelik politikalar, hiçbir zaman ve hiçbir ülke için çözüm getirmeyen faaliyetlerden başka bir şey değildir.
Soru: Keynes’e göre enflasyon artarsa işlem amaçlı para talebi artar mı? Neden?
Sözün Gözü: İnsanların sözlerini dinle, icraatlarına göre davran.