Ülkemizde yapılan darbe kalkışmasının üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, etkilerinin ve normale dönülmesinin kolay olmayacağı, uzun zaman alacağı anlaşıldı. Bunun nedenlerini, işgale kalkışanların sanki hiçbir şey yapmamış üstelik ortaya çıkan sonuçla kasıtlı ve bilinçli olarak hiç bir bağlantılarının yokmuş gibi davranmaları, bu kalkışmaya alet olanların en az kırk yılı aşkın bir süredir dış mihraklar tarafından bir proje kapsamında kademe kademe hazırlanmaları, halkın çok büyük bir ekseriyeti tarafından kabul görmemesine ve ülke olarak yıllarca sürmesi muhtemel olan çok büyük iç savaş, kaos ve terör eşiğinden dönülmesine rağmen, ana muhalefet partisi tarafından kısa dönemde ülkeyi kaosa sürükleyip bu durumdan kendisine menfaat devşirme gibi kısır, sığ, temelsiz ve tutarsız görüşlerle adeta desteklenmeleri, yarım asra yakın bir sürede çok gizli, planlı, programlı ve bilinçli bir şekilde ülke bürokrasisine sızmalarını ülkeyi yönetenlerin farkına varamamaları yada engellememeleri, belki de hepsinden önemlisi ABD ile Almanya ve İngiltere’nin başını çektiği ülkelerin Orta Doğudaki çıkarları için diktikleri elbiseyi Türkiye’ye giydirmek için dünya kamuoyunun dikkatini başka konulara çekmeye ve hatta darbe girişimini destekler nitelikte açıklamalar ve politikalar izlemeleri olarak sıralamak mümkündür.
Türkiye’nin içinde bulunduğu durum kabul etsek de etmesek de bir kriz durumudur. Biz istesek de istemesek de ABD ve AB’nin petrol merkezli Orta Doğu üzerindeki çıkar hesapları, bu bölgede petrol bitinceye, emellerine ulaşıncaya ve tüm istediklerini alıncaya kadar bitmeyecektir. Amaçlarına ulaşmanın yolu önce sudan bahaneler öne sürerek, zaten tekellerinde olan küresel görsel ve yazılı basını da istedikleri gibi yönlendirmek suretiyle, bu coğrafya üzerinde etnik, dini ve mezhep gibi hassas konuları kaşıyıp yara haline dönüştürüp bölge ülkelerini savaş ortamında tutarak güçsüz hale düşürmek, sonra da çözmek için müdahale etmek amacıyla bölgeye yerleşmelerine zemin hazırlamaktır. İlk aşamada ABD ve AB ülkeleri, Orta Doğu, Suriye gibi bölgelere yerleşmek adına amaçlarına ulaşmışlardır. İkinci aşama ise amaçlarına ulaşmak daha net bir ifadeyle petrole çökmek için, kuralsızca siyasi ve askeri müdahaleler yapmaktan da geri durmamaktadırlar. Bu noktada, içinde bulunduğumuz günlerde planladıkları gibi, Suriye ve Kuzey Irak’ı sürekli savaş psikozunda tutarak ve terör örgütlerini silahlandırarak önemli bir başarı sağlasalar da, nihai hederlerine ulaşamadıklarını da kabul etmek durumundayız. Hedeflerindeki sapmanın nedeni, Türkiye üzerindeki planlarında şimdilik kaydıyla da olsa, başarısız olmalarıdır ancak söz konusu başarısızlıklarının sonsuza kadar süreceğinin de garantisi yoktur. Türkiye’yi insan hakları, evrensel hukuk kuralları, uluslararası teamüller başta olmak üzere üç maymunu oynayarak her konuda ve kuralsızca köşeye sıkıştırmaktan geri durmayacaklardır. Darbe kalkışması olduktan sonraki bir yıllık süre içinde, hem dünyada hem de ülkemizde iktisadi, siyasi, sosyal, kültürel, hukuksal, toplumsal ve insan hakları gibi önemli konularda gelişmeler, haliyle devam etti. Türkiye’nin dış ve iç kaynaklı gelişmelerin etkisinden hiçbir dünya ülkesi gibi kaçma olanağı olmadığından, içinde bulunduğu iktisadi başta olmak üzere, siyasi, toplumsal ve jeopolitik tüm sorunların üstesinden gelmesi için ülkeyi yöneten hükümetin, uzun dönemi kapsayan, subjektiflikten arındırılmış, marjinal kliklerin dışında tüm toplumun desteğini arkasına alan, toplumsal dokumuza uygun eğitim, yatırım, sosyal, kültürel ve tarihi değerleri içeren bir “master plan” uygulamaya koymalıdır.
Bu girdaptan ancak kriz yönetimini bilen kadroların oluşturulması, göreve getirilmesi ve desteklenmesiyle çıkılabilir; günlük gelişmelere göre verilen demeçler ve politikalarla değil, olayları kenardan seyredip gelişmelere göre oyuna girmek için pozisyon almaya çalışanlarla değil, hele ülkenin tüm yükünü bir kişinin üzerine yıkarak hiç değil. Türkiye paydasında seksen milyonu ortak akıl etrafında toplayıp devreye sokabilmeyi başarmamız paralelinde, geleceğimizin parlak olup olmayacağı şekillenecektir.
Soru: Gelişmemiş bir ülkenin krize girmesi küresel ekonomiyi etkiler mi? Neden?
Sözün Gözü: Bildiğimiz damla, bilmediğimiz okyanus.