“Daha dün fark ettim orada olmadığını” diyerek başlamıştık hikâyenin ilk kısmına. İşte o adam ne zaman gözümü çevirsem orada durur, duruşuyla haykırırdı hayatın devam ettiğini ve kavganın henüz bitmediğini…
O adam her zamanki mütebessim yüzüyle bu koca şehrin bu unutulmuş köşe başında geçip giden hayatın eteklerinden tutunmuştu. Ve sanki sadece bana “yeğenim” diyor, evden kaçışlarımın hepsi onun parmaklarında son buluyordu.
İlk mektebime dair hatırladığım üç beş hatıradan biri o ilk gündü. Üzerime bol gelmiş siyah bir önlük, eğreti duran bir çanta, ürkek bakışlı bir afacan çocuk. O adamın önünden geçerken, yine beni çağırmış, büyük şırıngasından üzerime sıktığı kokudan sonra elini başıma götürmüş ve “Allah zihin açıklığı versin de büyük adam ol” demişti.
“Adam” nasıl olunurdu ki “büyük adam” olmayı başarayım. Oysa büyük adam dedim mi upuzun boylu dedem aklıma gelirdi. Her gelip geçtiğimde o koku satan adamın tezgâhının önünden, üzerime sıktığı bahar kokusu ve bir de “büyük adam” olma hayallerim depreşirdi.
Lise yıllarım, deli sevda, kavak yellerinin estiği, kesip biçtiğimiz, uçup kaçtığımız o yıllar; herkesle ve her şeyle kavgaya gözüm kesiyordu da o adamın yanında süt dökmüş kediye nasıl dönüyordum, anlam veremiyordum. Sevdiğimizi söylemek delikanlılığa zarar, kara sevda çekmek, içmeden sarhoş olmak gibi bir şey. Şiir yazdığım, şiir söylediğim yıllar, gönlümüzü düşürecek bir çift göz bulamadık da, eşe dosta yazıverdik aşk mektuplarını. “Ya hu siparişle aşk mektubu mu yazılır” demişti de o adam sonraları anlamıştım bu sözle ısmarlama aşkların sahteliğini.
Unutmam, kavgalarımın mahallenin sağlık ocağında bittiği birinde, ağzım burnum kan revan, eve dönüyorum bir gece vakti, annem gözü yaşlı bekliyor eminim. Babam pencerenin önüne oturmuş olmalı, elinde sarma bir sigara, kızmış da olmalı sinirinden. O adam, hani koku satan, aynı köşede nasıl da beklemiş bu kadar. Çağırdı beni, kavganın dedi, “asil olanından korkma, onurlu acılar haklı kavgaların peşinden gelir.” E ben bu sözleri hep aklım başıma gelince mi anlayacaktım?
Saçım sakalım uzamıştı, uzun boylu biri olmuştum, gözü pek, sözü pek bir genç diyorlardı arkamdan ama adam olmuş muydum bilmiyorum. Hele “büyük adam” nasıl olunur mevzusuna gelememiştim bile. Nice mevzuları derinlemesine tartışıp, hal yoluna dair ne sözler sarf ediyorduk da, şu büyük adam mevzusuna bir türlü giriş yapamıyorduk.
O adam, koku satmaya devam etti. Gülümsedi, güldürdü, gelenlerle sohbet edip, dert dinledi. En çok beni dinlediğine olan inancım hiç değişmedi. Başına taktığı takkeden dolayı merkeze götürülürken, dönüp bana bakmış “sana emanet yeğenim” demişti. Döndüğünde yüzündeki tebessüm biter demiştim, öyle olmadı, aynı mağrur aynı mütebessim haliyle, koku satmaya devam etti. O yokken tezgâhına ben baktım ama asla onun gibi koku satamadım. O gün geldi aklıma, bu adamın yok mu hiç seveni, sayanı, evi barkı? Dönünce sorayım dedim, o döndü, aklıma bile gelmedi, o da hiçbir şey söylemedi.
Şehir değişti, mahalle değişti. Kocaman evler yapıldı, kocaman arsaların içine. Caddeler büyüdükçe büyüyor ama yine de yetmiyordu bu kalabalığa. Hayatın tam içine çekmişti bizi koşuşturmaca. Koşmaktan değil yetişememekten yoruluyordum sanki.
Onca meşgale ve beni yutmaya ahdetmiş bu dünyanın ellerinden kurtulabilmeyi istemiyor değilim de büyük adam olma hevesim neden geçip gitmedi çözemedim. Ne çok şeyi çözemediğimi anlamaya çabalıyorum. Hani mesela sahi ilkokulda çektirdiğim o siyah beyaz fotoğraf nereye kaybolup gitti? Oysa ne çok hoşuma gidiyordu o çocuk bakışım bana.
Kaybediyoruz farkında olmadan onca eşyayı, onca hatırayı ve onca insanı. Bak işte, o kırmızı kazağın geldi değil mi şimdi aklına, nerede sahi oynamaya doyamadığın o ilk oyuncağın? Bir tomar karalama kâğıt saklamıştın bir yerlere, şiirler karaladığın, kelli felli cümleler düştüğün. Bir günlük vardı kimseyle paylaşamadığın günleri tutan, nerede şimdi? Ne çok şey bize hissettirmeden kendini, kaybolup gitti sahi?
O adam daha düne kadar işte bu köşede idi. Nerede şimdi, ne ara kaybolup gitti? Nereye gitti, neden ve niçin gitmeyi seçti? Aklıma düştü; eğer büyük adam olsaydım o kaybolmadan bu soruların cevabını da bulmuş olurdum. Gidişine ve kayboluşuna bir anlam yükleyecek kadar bile adam olamadık belki de! Eğer öyleyse, yandık desene Paşam, gün gelir kaybolup gidersin de hatıra bile gelmezsen…