Adam gecenin bir vakti bir karanlık sokakta biraz ürkek biraz tedirgin yürüyordu. Karşıdan uzayıp gelen gölgenin tedirginliği iyiden iyiye çöküp kaldı içine. Hırlı mı hırsız mı, bet niyetli soytarı mı? Ne geriye dönebildi ne yerinde durabildi.
Bilinmedik bir yer vakitsiz bir tesadüf, karanlık desen bir örtü gözlere, aman desen kimse yok sağda solda, çoktan indirmiş esnaf kepenkleri. Menzile varmak için yürümek lazım. Olacaksa olacak. Adam yürümeye devam etti. Gölgenin sahibi yaklaştıkça o gölgenin neden bu kadar heybetli olduğu daha iyi anlaşılıyordu. Kocaman cüssesi omzunda ceketi başında kasketi heybetiyle devrilerek geliyor adama doğru.
Mesafe yaklaştıkça adamın içinde sökülüp devriliyor cesaretin her bir ağacı kökünden. Sağa bakıyor sola bakıyor, küçük bir kuytu arıyor sinecek. Yok, sinmek değil onu da yakıştırmıyor kendine, nitekim iki eli iki yumruk demek. Şimdi hayıflanıyor şu hevesle başladığı dövüş salonlarına sonuna kadar devam etmediğine. İki daha gidelerdi de nasıl savuşturulurdu koca bir adam bir hamlede öğrenivereydi.
Ne gerek vardı bu sokağa girecek, oysa her zaman gittiğin yol işte orada. Yol uzar ama hem aydınlıktır. Kestirme sevdası nerden düştü fikre, ha yüz metre fazla yürüsene adam. Hayır, o değil daha yeni aldı üzerindeki takım elbiseyi, yerler ıslak çamur. Çamuru geç itiş kakış dalaşma derken gitti güzelim lacivert takım.
Aradaki mesafe daralıyor, çabuk karar vermeli. Kaçayım dese takat yok dizde, derman kesilmiş gündüzden. Hem baksana adamın adımlarına, daha üç adım atamadan tutar kaldırır ensenden. Ya hu nereden çıktı şimdi bu koca herif. Gündüz çuvala mı girdi kardeşim. Kime ne yapacaksan gündüzden yap. Güpegündüz olur mu canım bu işler?
Adam yürüyüşünü yavaşlatıp daha küçük adımlar attıkça kasketli adam daha büyük atıyor sanki adımlarını. İnadına mı yapıyor ne. Avına saldırmak üzere bir kaplan sanki. O geldikçe adam içine kaçacakmış gibi küçülüyor o lacivert takımın içine. Bir de elinde siparişler… Dünden tembih edilmiş, zerzevat birkaç Pazar eşyası, bir takım çay bardağı. Yazık olacak bardaklara şimdi kırılıp gidecekler. Eve de nasıl anlatılır şimdi bu durum. Serde erkeklik var, dayak yedim denmez ki…
Kim koydu beni bu kadar geç vakte? Ha tamam şimdi hatırladı, iş yerinden üç beş arkadaş bir akşam yemeği ayarladı, üzerine her zamanki kıraathanede birer sade kahve, e sohbet tatlıydı. Yine de kızdı iş yerinden Hacı Hüseyin’e, ne gerek vardı lafı bu kadar güzel söyleyip muhabbeti demlemeye? Yarın iyice bir paylayayım diye düşündü de şimdi ne yapacak, koca cüssesiyle yaklaşmakta karşıdaki.
Hiç görmemiş gibi mi yapsa, o geçip gidinceye kadar duvarın dibinde mi beklese. Yoksa o hamle etmeden ne var ne yok elindekini verip sıvışsa mı? O değil de ne isteyecek bilmiyoruz ki… Haydi, adamın canı zaten sıkkın da sinirini çıkartacak bir yer arıyorsa, haydi bu gece vakti burada dolaşana gıcığı varsa. Yok, bu iş çetin değil. İlk yumruğu atsa kavgayı kazanmış mı olur, bağırsa şöyle ilkten korkup kaçar mı yoksa imdat diye haykırmalı mı?
Adamın korkuyla başı dertte, kalbi hızlandıkça buharlı bir tren gibi kara dumanlar çıkıyor başından. Nefesi de sıklaştı, korktuğunu iyice anlayacak koca cüsseli olan. Aha iki adım kaldı, bizim ki nefesini tutup, gözlerini kapadı, donmuş bir ağaç gibi olduğu yere çakılıp kaldı.
Adam yaklaştı, bir adım arada kalmadı; bizimkinin kulağına eğilip “selamün aleyküm beyim, ben de senden korktuydum, haydi selametle” deyip uzaklaştı.