Hayatta hepimizin merkeze aldığı bir noktamız var. Bazılarımızda iş ön plandadır, bazılarımızda aşk, aile, arkadaşlık vs. daha öne çıkar. Tabi bu ekonomik durumla da direkt alakalıdır. Yaptığımız tercihler bu yolun güzergahını belirler çoğunlukla. Cem Sancar, “Herkes kendi tarihini yapar. Herkes Heredut’udur ahir ömrünün” derken bunu izah eder gibidir. Tıpkı kaderimizi cüzi irademizle bizim belirlediğimiz gibi. Ve bu iradeyle yaşarken yapıp ettiklerimiz, hayatımızın mutlulukla keder arasındaki mesafesini de ayarlamış olur sanki. Elbette dünyada yaşamanın bin türlü hali var ve yarın ne olacağımız hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Büyük olayları, ölümleri, felaketleri biz belirleyemeyiz. Bu da ömrün imtihanla ilgili tarafı olsa gerek.
Modern zamanın en büyük zulmü olarak, birbirine benzer hayatı oluşturmadaki etkin rolüdür diyebiliriz. Herkes aynı olmak ister hale getirilmiştir ve herkes kalıplaştırılmış bir mutluluğun peşinde koşturulmaktadır. Bu rol modelin içine çekilen çağın insanları da bu şekilde, derin bir yalnızlığa ve çaresizliğe itiliyor. Adorno bize bunun nasıl yapıldığını şöyle özetliyor: “Sinema, müzik, televizyon kanalları, gazete ve dergiler, her biri kendi içinde söz birliği etmiş büyük bir sistemin parçalarıdır ve bu sistemin yegâne amacı hemen her şeye “benzerlik” bulaştırmaktır.” Bu kanallardan beslenen insanlık bir tür hayat obezitesine maruz kalıyor. Çünkü insan bünyesine hizmetten çok kapitalizmin işine geleni uygulamakla mükellef olan bu sistem, insanın tenini hazla dağlarken ruhunu da bir tür cendereye almış oluyor. Ruhlar aç bırakılıyor, toprakla, doğayla ve Allah’la olan bağlar koparılarak robotik bir makineye dönüştürülen bir şey olup çıkıyor insan.
Maneviyatımız köreltiliyor, şiiriyetimiz karartılıyor ve ışıklar altında gülen yüzlerimiz, ağlayan kalplerimizin üstünü örtüyor. Oysa hayatta sağlam bir gayemiz olmalı ki hikayemiz güzel kelimelerle gelişsin ve etrafına ilham versin, neşe versin, huzur versin. Maneviyatımızı bir an önce onarmalıyız ve gelecek yürüyüşümüzü emin bir yola sevk etmeliyiz. Baudrillard, “Kapitalist sisteme teslim olmadığı, direndiği için İslam'ı terörle özdeşleştirerek hedef tahtası yapmakla ne yapmış oluyoruz? İnsanlığın önündeki tek seçeneği yok ediyoruz.” Evet insanlığın refahı için önümüzde tek seçenek İslam'dır. Bizim toplumsal ve bireysel maneviyatımız da aynı İslam'dır. Bu kadim yolu tekrar belirginleştirip insanlığın önüne koyamazsak hem kendimiz kaybedeceğiz hem de bütün insanlık... Kalbimizde yapacağımız bu put kırma eylemi bize ve bütün dünyaya şiiriyeti de kazandıracaktır. Kalp, çerden çöpten temizlenmezse güzellikleri nasıl duyabilir ki?
Gayemizi böylece belirleyebilirsek biz de neşemizi, mutluğumuzu ve huzurumuzu buluruz diye düşünüyorum. Herkes kendi kalbini temizleme başarısını gösterebilirse, Bütün dünya düzenine karşı gerçekleştireceğimiz inkılap ortaya çıkacaktır. Peki bu nasıl olacak? Yahya Guenon, “Türkler zenginler çünkü onlarda Mevlâna var” demiş. İşte gaye edinmemizde en önemli nokta burasıdır. Bizim derin bir geçmişimiz var. Mevlâna, Yunus Emre, Nasrettin Hoca, Ahmet Yesevi ve adını buraya yazabileceğimiz onlarca isim var. Bu isimlerin sadece birini herhangi bir ülkenin, bir topluluğun önderi yapsak, o ülkeyi geleceğe emin bir şekilde çıkarmaya yetecek bir isim olur. Yeter ki onun söyledikleri anlaşılıp gençliğe iletilebilsin. Çünkü bu büyük adamlar ne söylemişse, islamın içinden söylemişlerdir.
Artık aktüel olandan, moda ilan edilenden ve bize dayatılan hayat şeklinden uzaklaşma zamanımız geldi. Bu korona virüsten sonra Batının gerçek yüzü ortaya çıktı diyebiliriz. Kendi vatandaşlarına bile yeterli merhameti göstermeyen ülkeleri görmüyor muyuz? Başkasını tıbbi malzemelerine el koyan, kendi hastalarına yeterli sağlık imkânı sunmayan, yaşlılarını bakım evlerinde ölüme terk eden bu ülkeler mi muasır medeniyeti temsil ediyor? Yoksa kendi vatandaşlarına ve kapısına gelen herkese bedava sağlık hizmeti veren, otuzdan fazla ülkeye tıbbi malzeme gönderen Türkiye mi? Kendimize haksızlık etmeyelim. Kendi potansiyelimizi görelim ve maddi manevi rezervlerimizi kullanmaya başlayalım.
Bizdeki yürek bütün cihana yetecek kanı pompalayacak güçtedir. Yeter ki bu yüreğe kulak verelim. Gayemizi doğru belirleyelim ve hikayemizi bütün dünyaya anlatalım. Peyami Safa, 20. Asır Avrupa ve Biz eserinde: “İnsanın Rönesans anlayışıyla artık doymaz ve kanmaz olduğunu Batıda hemen herkes biliyor.” diyor. İşte bizim belirleyeceğimiz gayenin rotası bu noktadan çizilmeli ve kanaat etmeyi hayat şekline getirerek, kapitalizmin çarkını kırmalıyız. Mutluluk yetinmekle temin edilebilir. Sürekli bir şeyler isteyen insan bu açlığıyla mutlu olamaz. Evet biz zengin bir milletiz, zira hakikatin ışığı bizde.
Sevgiyle kalın.