Sakarya ilinin Hendek ilçesinde 1952 yılında fırıncı Fikri’nin oğlu olarak Dünya’ya gelen Gaffar Okkan; Diyarbakır’da İl Emniyet Müdürü olarak görev yapmakta iken 24 Ocak 2001 tarihinde uğradığı bir suikast sonucunda şehit oldu. Gaffar Okkan ölümünün üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen hala unutulmadı ve unutulmayacak! Adı dillerde, sevgisi girdiği tüm gönüllerde yaşayacak ve ebediyen de yaşamaya devam edecek. Onun Diyarbakır’a yaptığı hizmetleri takdir etmeyenimiz, adını hatırladıkça hayırla yat etmeyenimiz yoktur her halde. Geliniz 1997’nin Diyarbakır’ına gidelim, şehit olduğu tarihe kadar Diyarbakır’a ve Diyarbakırlıya yaptığı hizmetlerden bir nebzede olsa bahsedelim isterseniz.
1997’nin Diyarbakır’ı, PKK ve Hizbullah terör örgütünün acımasız eylemlerine sahne olmaktaydı. Çatışmalar, cinayetler ve faili meçhuller hayatın rutini haline gelmişti. Bu durum şehrin sosyal yapısını aşındırmış, tüm dengelerini alt üst etmişti. Şehir ağır göç sorunlarıyla boğuşmaktaydı. Ufukta kara bulutlar belirmiş, insanlar yarınlarına güvenle bakamaz olmuştu. Hal böyleyken; korkmadan, büyük bir heyecanla işine odaklanan Gaffar Okkan, Devletiyle arası açılan Diyarbakır halkını kucaklamak için kolları sığadı. Emrindeki polislere bir telsiz anonsuyla; ”İki gündür şehirde geziyorum ve görüyorum ki arkadaşlarımız görevlerinin bilincinde değil. Bu size ilk ve son uyarım.”Diye seslendi. Bu anonsla Gaffar Okkan efsanesi “geliyorum” diyordu. İlk icraatı sivillere kapalı olan emniyet müdürlüğünün önündeki yolu trafiğe açmak oldu. Neden ve kimden korkuyoruz? Diyen Gaffar Okkan; “masa başında oturan polis istemiyorum.” Diyerek, kadın ve erkek tüm polis memurlarını sokağa döktü. Onlara; “İnsanlara nazik ve şefkatle davranın.” Diye talimat verdi. Şefkat ve merhametin olduğu yerde sorun olabilir miydi? Bu davranış polisle halkı daha da yakınlaştırdı. Daha önce polisi panzerle ve copla tanıyan Diyarbakırlı, ilk kez polisin güler yüzüyle karşılaştı. Gaffar Okkan, halkın girmeye çekindiği yerlere gece gündüz demeden girip çıktı. Her gün esnafı ziyaret ederek gönüllerini aldı. Halkla bütünleşmiş, sanki onlardan biri olmuştu. Kendisi halkın içinde olduğu gibi makamını da halka kapatmadı. Gece yarısı dahi olsa onu ziyarete gelenleri makamında karşılar, sorunlarına çözüm bulmaya çalışırdı. Bir gece makamına gelip evinden kovulduğunu söyleyen yaşlı birini aracına alarak evine götürdü, eşiyle barıştırdı. O yardıma muhtaç insanların; “Gaffar Babası” idi artık. Şehre yayılan bir söylentiye göre, ayakkabı boyacısında bile telefon numarası vardı. Sporu, sporcuyu ve öğrencileri çok severdi. Kısa zamanda sadece yardıma muhtaç Diyarbakırlının değil, Diyarbakır sporunda; “Gaffar babası” olmuştu. Diyarbakır sporun hiçbir maçını kaçırmazdı. Futbolcular attıkları gollerin sevincini ilk kez ona sarılarak paylaşırlardı. Bir taraftan sevgisiyle Diyarbakırlının gönlünü fethederken, diğer taraftan Devletin gücünü yanına alarak şehri ahtapot gibi sarmış PKK ve Hizbullah terör örgütüne büyük darbeler vurdu. Terör örgütlerini Diyarbakır da eylem yapamaz hale getirdi.
Onun hakkında çeşitli yazılar yazıldı. Kitaplar basıldı, video ve belgeseller çekildi. Hizmet uğruna kendisini her şeyden soyutlayan; sevgisini, şefkatini ve hatta canını ortaya koyarak, Diyarbakır halkının mal ve can güvenliğini koruma görevini; “sevda”sı haline getiren bu kahraman, ne yazık ki erken yaşta şahadet şerbeti içip aramızdan ayrıldı. Arkasından koca bir şehir yas tuttu. Ölümüne tüm Türkiye üzülmüştü. Onun ardından hıçkırıklarla feryat figan ağlayanlardan biri de Diyarbakırlı baloncu Mehmet’ti. O ıstırabını; “Çocuğum ölse bu kadar üzülmezdim. Keşke oğlum ölse o ölmeseydi.” Diye dile getiriyordu.
Onu şahadetinin 20. Yıl dönümünde Rahmetle anıyorum.