Toplumların yaşayış biçimlerini ve insana bakış açılarını yansıtan atasözü ve deyim mahiyetinde anlamlı sözler vardır. Milletlerin genel itibarla karakterini en iyi bu deyişler ifade eder. Ülkemizde de sıklıkla kullanılan ‘‘Tohum toprağa, engelli topluma emanettir’’ , ‘‘Engelli insanlara saygı, insanlığa saygıdır’’ gibi mana olarak oldukça derin sözler, halkımızın bu konudaki duyarlılığını ortaya koymaktadır.
Yardımlaşma ve merhamette hassasiyet taşıyan halkımıza engelliler konusunda da duyarlı olmak yakışır elbet.
Millet olarak üzerinde itinayla durduğumuz bu konuya içinde bulunduğumuz 7-14 Ocak Beyaz Baston Körler Haftası münasebetiyle de değinmek istiyorum.
Öncelikle şunu belirtmemizde fayda var ki engelli insana yaklaşım hem bireysel hem de toplumsal olarak sorumlu olduğumuz alanların başında gelmektedir.
Öyle ki, bu duyarlılık bireysel olarak kişinin olgunlaşmasını, sosyalleşmesini en önemlisi gelişmesini sağlar. Bakış açısının geliştirirken aynı zamanda empati yeteneğini artırır.Bu tür niteliklerde insana, sahip olunan kıymetini bilmek gibi çok önemli vasıflar kazandırır.
Hayatın hiçbir aşamasında alamayacağımız dersleri engellerin yanında alırız. Yürümenin ne demek olduğunu bacaklarından yoksun bir kişiden daha iyi kim anlatabilir?
Örnekleri çoğaltmak mümkün elbet. Eğer ki, bedensel olarak bir noksanlığınız yada özrünüz yoksa, gözlerinizi kapatıp birkaç saniyeliğine düşünmenizi istiyorum. Tekerlikli sandalyede oturup koşmayı istemenin, renkleri görmezken annenizi hayal etmenin nasıl bir şey olduğunu düşünün. Yada kollarınızın olmayıp başka birinin size su içirdiğini, yemek yedirdiğini hayal edin. Konuşma yetiniz olmadığı halde içinizden şarkılar söylemek geçtiğini düşünün. Dünyadaki tüm seslerin olmadığı bir zamanda, sevdiğiniz insanların size seslenişlerini duymak isteyin.
Anlık dahi olsa, yüreğinizi burkan bu düşünceler, ülkemizin hiçte küçümsenmeyecek bir nüfusunun yaşam boyu kaderi olmuş durumda.Bizleri saniyeler içerisinde yoran bu hadiyse karşın, onların hayat enerjisi ve yaşama tutunma şevkleri normal insanlara göre oldukça yüksek.
Muhakkak ki kültürümüzün ve inancımızın getirdiği bir hoşgörüyle , engelli vatandaşlarımıza yaklaşıyoruz. Bu ölçüde yardımcı olmak istiyoruz. Fakat yalnızca iyi niyetli olmak yetmiyor. Dikkat çekmek istediğim diğer bir hususta bu noktada başlıyor. Üzücü bir itirafta bulunmak gerekirse, toplumumuzda engelliye karşı sosyal hayatı paylaşım konusunda eksiklikler mevcut. Yardım eli uzatmak bir yana, asıl önemli olan bakış açımızı değiştirmek. Çünkü onların acımadan gören ve toplumun ferdi olarak kabul eden insanlara ihtiyaçları var.
Unutulmamalıdır ki engelli olmak kusur değildir. Asıl kusur olan engellilere bakış açısındaki eksikliklerdir. Bugün hiçbir sağlık problemi olmayan kişinin yarın çeşitli nedenlerle bedensel ve zihinsel bir noksanlığa yakalanmama garantisi yoktur.
Engellilerle ortak yaşamın nasıl kurulacağını da kendi tarihimizden ve inancımızdan örneklerle sunmak istiyorum. Mirasını taşıdığımız Osmanlı İmparatorluğu döneminde ve Selçuklu Devletinde engelliler toplumla bütünleşmesi sağlanmıştı. Tıbbi açıdan tedavi edilmelerinde dönemsel olarak çağın diğer ülkelerine göre oldukça ilerlenmişti.
Ayrıca yönetimde de özellikle konuşma ve duyma özrü bulun görevliler tercih ediliyor, hafızaları ve tasvir kabiliyetleri yüksek bu insanların yanında devlet meseleleri görüşülüyordu. Sarayda da dilsiz dili olarak ifade edilen konuşma biçimin yaygınlaşmıştı. Sağır-dilsiz görevliler Tanzimat'ın ilânından sonra kurulan meclislerde de yer aldılar.
Kurulan devletlerde engelliler konusunda bu denli duyarlı olunmasının en önemli nedeni, kuşkusuz İslam inancının, bu konuya verdiği önemden kaynaklanmaktaydı. Başta çeşitli ayetler olmak üzere Peygamber efendimizin sözlerine ve davranışlarına bakıldığında, hassasiyeti daha iyi görmek mümkün.
O yıllardaki engelli sayısını tam olarak bilememekle birlikte, günümüzdeki oranları dikkate alırsak azımsanmayacak miktardadır. Özellikle görme ya da bedenî bir özrü bulunan sahabe arasında isimleri Müslümanların çoğu tarafından bilinen, Abdurrahman b. Avf , Muaz b. Cebel, Ümmü Mektum gibi tanınmış sahabeler bulunmaktadır.
Dönemi içerisinde oldukça tanınan ve sevilen , isimleri de bugün zikredilen sahabelerin engelli olmasının fazla bilinmemsinin nedeni ise oldukça önemlidir. Gerek bu kutlu isimlerin Allah'tan gelen her şeyi razı olmaları, gerekse toplumun onlarla birlikte yaşamayı öğrenmesi, sahabelerin engellerini çok geride bırakmıştır.İnancımızın ve kültürümüzün bu güzel örnekleri bizlere engelliler konusunda nasıl davranmamızı gösteren rol modelleri sunmuştur aslında.
Son yüzyıla bakıldığında da Amerikan tarihinin en başarılı devlet adamlarından Roosevelt’in engelli olduğunu görmekteyiz.
Günümüzde ise özellikle sosyal alanda iletişimin artmasıyla birlikte engellilerin neler başarabileceğine gıptayla şahit olmaktayız.
Takdirle belirtmek gerekir ki ülkemizde özellikle 2005 yılında çıkartılan kanunlarla birlikte büyük adımlar atılmıştır. Geçmiş yıllarda engelli çocuğuna yada eşine bakma yükümlülüğünden ötürü çalışmayan ve bu nedenle mağdur olan aileler mevcuttu. Fakat artık engelli kardeşlerimizle ilgilenen aile bireylerine maaş bağlanması, bu vatandaşlarımızın maddi açıdan rahatlamasını sağladı.
Başarabildiklerine karşı takdir, toplumsal kabullenme ve beraber ortak yaşam alanlarını oluşturma düşünceleriyle hareket edildiğinde, inanıyorum ki millet olarak sahip olduğumuz merhametinde etkisiyle, engelli vatandaşların konumu daha da güzel yerlere gelecektir.
Toplumun bu bakış açısını kazanmasında da, belediyelere, sivil toplum kuruluşlarına, öğrenci - gençlik konseylerine ve diğer kuruluşlara da önemli görevler düşmektedir.
Şüphesiz ki , en büyük engel, zihinde ve kalpte oluşan noksanlıklardır. Bir insan paylaşmayı bilmiyorsa, iyilik ve güzelliklerden nasibini almamışsa, en önemlisi ön yargılı ve kötümserse ne denli sıhhatli olursa olsun, bedenen ve zihnen tamiri olmayacak engeller içerisindedir.
Fikirlerinde ve yüreğinde engel olanlar, sıhhat kendisinin yarısı kadar olmayan engelli bir vatandaşın taşıdığı umudu taşıyamaz. İğneyle kuyu kazamaya çalışan, akabinde denizlere ve okyanuslara ulaşan tekerlikli sandalyeye mahkûm bir vatandaşın aksine yürümekten dahi acizdirler.
Düşünce duygu yoksunu insanlar, umudun ve inancın tüm zorlukları başarabileceğine inanan görme engelli bir vatandaşın aksine burnunun dibindeki güzellikleri göremezler.
Çevremize baktığımızda karamsarlıkta dibe vurmuş ve hayatta başarıya ulaşamamış ulaşması da mümkün olmayan bu türde insanları görürüz. Karamsarlık dolu dünyalarında şikayetlerini dile getirirken , küçük aksiliklerden yakınırlar. Sahip olduklarını atlayıp, sahip olamadıklarını dile getirirler. Başarıları kıskanırlar ve her türlü gelişmeye engel olmak isterler. Kutuplaşma oluşturup insanları yaftalamak isterler. Bu tür kişilerin çokluğu toplumların felaketi olabilir. Bizlere düşende kuşkusuz fikir dünyasında eksiklik olan insanları da topluma kazandırmaya çalışmak olmalıdır.
Düşünce ve yürek yoksunu bu insanların aksine, bedensel ve zihinsel engelliler toplumun umut ışığı ve azmin zafer öyküleri olmuşlardır. Onların bakışlarındaki inanç gelecek nesillere örnek olacak kadar değerlidir.
Anadolu’nun kültür başkenti olan Konya’da, özellikle belediyelerin çalışmalarıyla, engelli kardeşlerimizin yaşama alanları genişletiliyor. İlerleyen dönemlerde daha güzel paylaşımlarda yaşanacaktır. Nasıl ki, mavi kapak İzmir’den Türkiye’ye yayıldıysa, Konya’da da tüm ülkede etkili olacak, toplumsal dayanışmayı arttıracak faaliyetler başlatılmalıdır. İnsan sevgisinde dünyaya ev sahipliği eden bu kutlu kent, engelliler için yapılan çalışmalarla da adını duyuracaktır.
Hayırlı işlerinizde başarılar diliyorum