Son söyleyeceğimizi ilk söyleyelim: FETÖ Türkiye’de bir iktidar değişikliğinin peşinde. Mevcut yönetim kadrolarının ve yaklaşımının değişmesi halinde kendilerine bir kapı açılacağını, KHK ile kamu görevinden çıkarılanların daha önce görev yaptıkları kurumlara döneceklerini ve ‘eski tas - hamam’ vaziyetlerine geleceklerini umuyorlar.
Tüm beklentileri o yönde. O nedenle de yapı bir türlü çözülemiyor.
Türkiye’de maalesef siyaset bu konuda tek dil, tek söylem geliştiremiyor. Söze gelince herkes bu hain yapılanmaya karşı, konuşmaya gelince vatanın birliği ve dirliği savunuluyor. İş icraata geldiğinde ise, siyasal partiler aynı tavrı sergilemiyorlar. Göz kırpanları mı ararsınız, satır aralarına ‘af’ sözlerini sıkıştıranları mı, yoksa tüm KHK’ları iptal edeceğiz diyenleri mi?
Durumu gören işindeki, gücündeki vatandaş soruyor: Nereye gidiyoruz?
Karar mercilerini işgal eden bir kesim de ‘ne olur, ne olmaz; Fetö’cüler dönüverir de açıkta kalırız’ kaygısıyla hareket ediyor. Bunu bazı kesimlerin tavırlarından, hain yapılanmaya göz kırpmalarından anlıyoruz.
İşin en kötüsü olaya ‘adalet’ söylemi ile yaklaşanlarda. ‘KHK’lılar için adalet sözü veriyoruz’ diyenler aslında ‘hepsini eski konumlarına getireceğiz’ diyemedikleri için bu söylemin arkasına saklanıyorlar. Öyle söyleseler millet yüzlerine tükürecek.
Haliyle FETÖ’cüler bugün 17 – 25 Aralık’tan beri olmadıkları kadar şımardılar. Güya mağdur; güya mazlumlar.
Kurumlarda Fetö irtibat ve iltisakları bilinen, konuşulan, tartışılan kişiler yetkili makamlara taşınıyor. Taşıyanlarsa sözde ‘FETÖ-SAVAR’.
Dost meclislerinde, özel toplantılarda insanlar ‘bu işin suyu çıktı’, ‘bunlar geri geliyorlar’ der oldu. Üzücü olan da bu: FETÖ ve destekçileri yavaş yavaş söylem üstünlüğünü elde etme noktasına geldi.
Eski Danıştay üyesinin, Bakanlık Daire Başkanının benzincide pompacı olduğunu söyleyen en marufu. Ama ben ondan ziyade gerçek FETÖ düşmanı olduğunu söyleyenlere bakılması gerektiğine inanırım.
Kurumlarda yönetim değişikliği esnasında FETÖ’ye yönelik bilgi ve hafızanın sağlıklı biçimde aktarıldığından bile emin değilim. İnsanımız çok miyop, çok dar görüşlü. Bir anda ne oldum delisi oluveriyor, dünyayı ben yönetirim acullüğüne kapılıyor.
Bu kesim aslında hain yapılanmaya düşman bile değil. Bir dönem konjonktürel davranıp, düşman göründüler. Vakti zamanında hainlerin kulis faaliyeti, göz boyama etkinliği olan Türkçe olimpiyatlarına kim destek verdi, hain yapılanma mensubu rektör adaylarının Ankara’da hamiliğine kim soyundu?
Ne oldu da vazgeçtiler bunlar o yapıya destek vermekten de düşman görünüyorlar? Kimse, bunların gerçek yüzünü yeni fark ettiler, demesin. Her zaman aynılardı çünkü.
Peki, çözüm ne?
Üzülerek söylemeliyim ki, çözüm kolay olmaktan çıktı artık. Her geçen gün daha da zorlaşıyor.
Bir tarafta konunun takipçisi, gerçekten duyarlı kesim; diğer tarafta ise ticaretçi kitle. Alıyor, satıyorlar davayı.
Karamsarlık yaymak için söylemiyorum bunları. Zira o tavır, hainlere yarar. Fakat bu konuda yeniden bir silkelenmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Mesela soruyorum: Akademik kurumlarda FETÖ uzmanı yetiştirildi mi, hain yapılanmanın beslendiği kanallar kurutuldu mu, destek mekanizmalarını kapatacak adımlar atıldı mı?
Daha da önemlisi hangi üniversite FETÖ konusuna yoğunlaşan bir Merkez kurdu? Mücadeleyi koordine edecek idari bir birim var mı? Komisyon kararları neticesinde görevlerine iade edilenler takip ediliyorlar mı? Gri listede yer alan yapılanma mensuplarına yönelik bir politika var mı?
Uzatmadan cevap vereyim: Olumsuz.
Görev herkese verilince, hiç kimseye verilmiş olmuyor.
‘Ben olsaydım’ ya da ‘şunlar yapılabilir’ diyeceğimiz o kadar olumsuzluk var ki, bu sadece kendimizi paralamamıza sebebiyet veriyor.
Oysa yapılması gerekenler o kadar açık ki…
Ne yapılmalı, diyen çıkmadığı müddetçe soruya cevap vermek bile gereksiz geliyor.