Geçenlerde yardıma muhtaç bir teyze ile karşılaştık.
Artık, günümüzde yardım isteyen insanlara karşı bile şüpheci yaklaşır hale geldiğimiz için ilk önce gerçekten yardıma ihtiyacı olup olmadığı noktasında tereddüt ettik hepimiz. Teyzenin torunu hastaymış, ilaç alamıyormuş sonra reçeteyi de gösterince gittik aldık ilaçlarını. Teyzemiz teşekkür etmek için hepimize birer çorap örüp getirmiş. Tabi hepimiz duygulandık. İlk bakışta acaba dilenci mi diye düşündüğümüz teyzemiz eline geçen ilk parayla bize çorap örmüş getirmiş. Rabbim kimseyi muhtaç etmesin. Gerçekten ihtiyacı olanlara gidecek yardımlar da Rabbim bizleri vesile kılsın inşallah.
Bu olay aramızda geçen sohbetlere yansıdı, kimsenin göründüğü gibi olmadığından falan bahsettik. Sonra arkadaşlardan bir tanesi geçenlerde şahit olduğu bir olayı anlattı bizlere;
Yaşlı fakir bir adama bir hayat kadını her gün yemek getiriyormuş. Belki de hepimizin her gün gördüğü başını çevirip gittiği o adama, yine hepimizin aşağılayıcı gözlerle baktığımız bir kadın yardım ediyormuş.
Yine devam etti arkadaşım; dış görünüşe bakıp aldanmayacaksın, vicdan ve merhamet başka bir şey..
Bunu duyunca aklıma Milli Mücadele dönemi geldi.
Milli Mücadele döneminde şehir işgal altındayken umumhane kadınları silahlanmak istiyorlar. Bizde bu vatan için savaşacağız, bizde mücadele edeceğiz diyorlar. Evet, umumhane kadınıyız ama bu milletin umumhane kadınıyız başka milletin değil diyorlar.
Bir o kadınlara baktım…
Birde;
En başta da ülkesini her fırsatta ispiyonlayan, küçük düşürmeye çalışan, o ülkeden o ülkeye kaçan, her gittiği ülkede Ülkesini kötüleyen, FETÖ’ye… Hangisi daha kötü…
Ülkesini satan herkes gibi onlarda gittikleri yerlerde ihtişamla karşılanıyorlar…
Bu ülkenin hiçbir ferdi FETÖ kadar aşağılık olmadı bugüne kadar… O kadınlar bile… Hatta belki şehit düşenleri oldu…
…
Eskiden savaşlar cenk meydanında, kılıçla, silahla yapılıyormuş. Şu an kaçımız farkındayız bilmiyorum ama Dünya olarak bir savaşın içerisindeyiz. Sinsi bir savaş bu. Dost sandığın düşman, düşman zannettiğin bir gün dostun.. Türkiye olarak ise sadece dışarı ile değil içimizdeki bizden görünenler ile de sinsi bir savaş içerisindeyiz.
Terör örgütlerinin talimatı ile haber yapan, bu haberi ile Milli güvenliği ihlal eden, bizi Avrupa’ya jurnalleyen, ‘Avrupa’yı anlamıyoruz, sessiz kalıyorsunuz’ diyerek Avrupa’yı ülkesine müdahale etmeye çağıran gazetecilerimiz dahası tüm bu yapılanlara rağmen ‘Basın Özgürlüğü’ adı altında sahip çıkanlar..
Hak istiyoruz deyip, hakkını fazlasıyla aldığı halde dağa çıkıp askere kurşun sıkanlar..
Sürekli demokrasi argümanını kullanıp, darbe girişiminde ağzından salyalar akanlar..
Din eğitimi veriyoruz, olimpiyatlarla Türkçeyi dünyanın dört bir yanına öğretiyoruz diyenlerle, ülkeyi savaşa sokmak için elçi suikastı yapanlar aynı kişiler..
Velhasıl, görünüşle gerçeğin birbirini tutmaması ile ilgili Mevlana’nın şu beyitleri ile bitirmek istiyorum;
Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir, acı su da, tatlı su da berraktır.
Birisi, insanı nakışlarla bezenmiş balçıktan bir suret görür, öbürü ilim ve amelle dolu bir balçık.
Biz de geceyi bir zenci gibi gördük, hâlbuki o huridir.
Sen bu cisimden ibaret değilsin, gözden ibaretsin. Canı görsen cisimden vazgeçersin.
Kendine gel de surete tapma, suret sözüne takılma..