İçinde bulunduğumuz özellikle birkaç aydan beri Yunanistan krizinin tam olarak çözülememesi ancak terbiye edilerek kontrol edilmesinden sonra dünya yine, ABD’nin çizdiği rotada yol alıyor. ABD’nin ne zaman faiz artırımına başlayacağı tartışmalarıyla ilgili görüş alış verişi ve demeç enflasyonu tüm hızıyla sürüyor. Fakat gelinen son noktada ABD ekonomisiyle ilgili verilerin genellikle olumlu sinyaller vermesine bağlı olarak, her ne kadar enflasyon oranının %2 düzeyine çıkacağıyla ilgili düşünceler netleşmemesine rağmen, bu yılın sonuna kadar yapılacak olan üç FED toplantısında faiz artırımına başlanacağı kararının çıkacağı ihtimali oldukça artmış görünüyor, Bunun gerekçeleri ise Yunanistan sorununun ekonomileri olumsuz etkileme gücünün düşmesi, ABD’de dayanıklı mallar için verilen siparişlerin artışı, iş gücü ve inşaat sektörünün gelişmesiyle imalat PMI endeksinin yükselme trendini devam ettirmesine bağlı olarak genel ekonominin büyüme trendinin yukarı yönlü ivmelenmesi şeklinde sıralanabilir. 2015 yılında yapılacak FED toplantıları ile ABD’nin ekonomi verileri, faiz artırımına başlanıp başlanamayacağında etkili olacak faktörlerin başında geliyor. Aynı zamanda tüm dünya ekonomileri ABD’nin faiz artırımına ne zaman başlayacağı konusuna odaklanmış durumda gelişmeleri izliyor. Neden acaba? Özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerin ABD’nin faiz artırımına başlama zamanlamasını bu derece önemsemesi hangi etmenlere bağlanabilir? Bu soruya verilecek en genel ve net cevap, küresel sermayenin güvenli liman arayışı gereği ABD’ye demir atacağının beklenmesi sonucu reel ekonomisi yeterince gelişme gösterememiş ve sürekli cari açık veren bir çok gelişmekte olan ülkenin ihtiyacı olan sermayenin faizinin yani borçlanma maliyetinin artacak olmasıdır.
Gayri Safi Yurtiçi Hasılaları (GSYİH) giderlerini karşılayamayan ülkelerin açıklarını gidermek için bulmak zorunda oldukları gerekli dış kaynağın (dış borçlanma) maliyetinin yükselmesi, FED’in faiz artırımına ne zaman başlayacağının önemini açıkça ortaya koymaktadır. Küresel sermaye veya sıcak paranın ülkeye çekilmesi başarıldıktan sonra, o ülke ekonomisine etkisi olacağı su götürmez bir gerçektir. İş bundan siyasetçilerin söz konusu sermayeyi ülkelerinde tutma becerilerine kalıyor. Çünkü küresel sermaye insanın elindeki güvercin misali ne çok serbest bırakılarak kaçmasına izin verilmeli (hiç bir yasa uygulanmaması durumuna düşülmemeli) nede sık boğaz edilip öldürülmeli (aşırı ve yüksek vergi politikaları uygulamak vb.), yani uygulanan ekonomi ve vergi politikalarıyla ülkeden kaçırılmamalıdır. Sıcak para ürkektir, kendine en çok kar getiren ama aynı zamanda riski daha düşük ülkelere gitmeyi arzu eder. Girerken, girdiği ülkenin ihtiyaç duyduğu iktisadi açıkların (cari açık) kapatılmasına olumlu etki yaparken, kendine göre gerekli yüksek karı elde ettiğine inandığı veya ülkede iktisadi, siyasi ve toplumsal kriz ortaya çıkabilme olasılığı durumunda ise hemen ülkeden çıkıp kendisine yüksek kar getirecek güvenli limanlara yelken açarken, çıktığı ülkede ciddi ekonomik hasarlara yol açabilmektedir. Bu nedenle gelişmekte olan ülkeler için küresel sermayeyi hem sıcak para hem de doğrudan yatırımlar (reel ekonominin gelişmesini sağlamak açısından) şeklinde çekebilmek ne kadar önemliyse, ülkeye giren her türlü yabancı sermayenin ülke içine çekilmesi kadar ülke içinde uzun süre kalmasının sağlanması da oldukça önemlidir. Bunun başarılabilmesi için öncelikle küresel sermayenin girdiği ülke ekonomisinin iktisadi, siyasi, sosyal ve toplumsal istikrarının sağlanmasının yanı sıra reel ekonomisi ve buna bağlı olarak finans sektörü gelişmiş olmalıdır. En azından bu iki şartı sağlayan ülke ekonomilerinin, kırılganlıktan kurtulup sıcak para girişleri ve çıkışlarına karşı dirençli olacağı açıktır.
Şimdi hep beraber kendimize soralım, Türkiye ekonomisi bu ölçülere göre acaba hangi konumdadır? Ekonomimiz sağlam temellere mi dayanıyor yoksa kırılgan bir ekonomimiz mi var? FED’in faizleri artırmaya başlaması ekonomimizi ne boyutta etkiler? FED’in faiz artırımını uygulamaya başlamasıyla birlikte ihracatı önemli oranda ara malı ithalatına ve aynı zamanda enerji ithalatına (petrol, doğal gaz) bağlı olan, sürekli dış ticaret ve cari açık veren, dünya ortalaması %2 olan enflasyonu kalıcı olmak kaydıyla bir türlü %8’in altına düşüremeyen, üstelik öyle veya böyle kendini siyasi ve toplumsal kaos ortamının içinde bulan ülkemizi, iktisadi ve siyasal açıdan zor günler bekliyor. Zor geçmesi beklenen günleri daha zorlaştırmak veya kolaylaştırmak ülke olarak bizim elimizde.
Soru: Ülkeler iktisadi kalkınma aşamasından geçmeden iktisadi büyüme sağlayabilir mi? Neden?...
Sözün Gözü: Kişi ancak ünvanı kadar beyefendi/hanımefendi ancak kalbinin temizliği kadar adamdır.