Ulusal bayramlar her zaman tartışma konusu olmuş ve bu tartışmalar içerisinde günümüze kadar mevcudiyetlerini devam ettiregelmişlerdir.
Üzerinde ne zaman değişiklik yapmak isteseniz ya cumhuriyet ya da Atatürk tartışmaları çıkmış ve bir bardak su da fırtınalar kopartılmıştır.
İçerik tartışılmış, mevzuatlara göz atılmış, temayüller değerlendirilmiş ancak ne zaman modernize etmeye çalışılsa hep karşı çıkılmış, iş “bayramımıza dokunma”lara kadar gelmiştir.
Evet, bugün 23 Nisan.
Aynı tartışmalar bu sene de var.
Hükümet vekâlet sistemini kaldırarak çocukların makam koltuklarına oturma geleneğine son verdi.
Vekâlet sistemini her zaman merak etmişimdir.
Nasıl çıktı ortaya?
Nerden icap etti?
Bu uygulamanın nerede ve nasıl ortaya çıktığını ararken gözüme daha enteresan bir bilgi takıldı.
Bir röportaj.
Röportajda Doç Dr Mehmet Alkan 23 Nisan’ın nasıl çocuk bayramına dönüştüğünü anlatıyor.
Vereceğim bilgilerin Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan’a ait olduğunu bir kez daha belirteyim. Nitekim bana hayli ilginç geldi.
Malumunuz 23 Nisan, “Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği bayram” olarak geçmektedir her türlü kaynakta.
Gerçekten öyle mi? Bu sorunun cevabını arayalım.
Hemen hemen herkesin bildiği gibi aslında 23 Nisan TBMM’nin açılış gününü ifade eden bir tarihtir. Bu yüzden 23 Nisan tarihi “milli bayram” olarak kabul edilmiştir.
İlk kabul edildiğinde, çocuk bayramı ile ilgisinin olmadığını aşağıda ki bilgilerden anlayabiliyoruz.
- “Bilindiği gibi TBMM 23 Nisan 1920’de açıldı. İlk yıldönümünde, yani 23 Nisan 1921’de açılış günü “milli bayram” olarak kabul edildi. Milli Mücadele’nin ilk bayramıydı, lâkin bayramın adı yoktu, yasa metninde “Milli Bayram” olarak geçiyordu. Üstelik çocuklara da armağan edilmemişti. Aslında 1981 yılına kadar da çocuklara “armağan” edilmeyecekti.” ( Doç Dr. Mehmet Alkan )
Bu bilgileri okuduğumda hayli şaşırdım. Sonra düşünmeye başladım. Evet, hoca haklıydı. Bunu destekleyen en önemli belge ise dönemin gazetelerinde yer alıyordu.
23 Nisan 1922’de Ankara’da yayınlanmakta olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde manşette şu cümle yer alıyor: “Bu Gün 23 Nisan Türklerin ve Müstakbel Nesiller İçin En Büyük Bayramdır.”
Kutlamalar meclisin açılış günü içindi. Adı olmayan bayram için gazetelerde “Hâkimiyet-i Milliye Bayramı”, “İstiklâl Günü”, “Meclis Bayramı” gibi isimlere rastlanıyordu ama “Çocuk Bayramı” diye bir ifade ortada yoktu. Kabul gören ifade ise “Hâkimiyet-i Milliye Bayramı”idi.
Kısaca “kutlamalar meclisin açılışı içindi”
Peki, ama 23 Nisan nasıl çocuk bayramı oldu?
Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan olayı şöyle anlatıyor.
- “23 Nisan’ın bir çocuk günü/ bayramı olarak kabul edilmesini Himae-i Etfal Cemiyeti’nin ( Çocuk Esirgeme Kurumu) uzun süre başkanlığını da yapan Kırklareli Milletvekili Fuat Umay’ın önerdiği anlaşılmaktadır.”
12 Eylül darbesi ertesinde TBMM ortadan kaldırıldığı için TBMM’nin açılış gününü kutlamak sorun haline gelmişti. Öyle ya, Hâkimiyet-i Milliye Günü kutlayacaksınız ama milletin hâkimiyetinin yegâne sembolü olan TBMM’yi ortadan kaldırmışsınız. Çelişki içerisinde çelişki…
Kenan Paşa ne yapmak lazım diye düşünürken Fuat Bey Kenan paşaya gelerek “efendim malumunuz tüm dünyada bu hafta çocuk haftası olarak kutlanmaktadır. Dilerseniz çocuk haftası ile 23 Nisan bayram gününü birleştirip 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı diyelim adına da.” önerisini sunmuştur.
Bu çözüm önerisi Kenan paşa’nın çok hoşuna gitmiş, talimat vererek derhal bir yasa çıkarttırmış, 1921’den beri kutlanmakta olan “23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı” ile 1925’ten beri Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kutlamakta olduğu 23 Nisan “Dünya çocuk günü”nü alelacele “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” halinde birleştirmiştir. Yasaya eklenen madde ile yalnızca “ana ve ilkokul çocuklarının” kutlaması kararlaştırılmıştır”
Kenan Evren, bu manevrayla ortadan kaldırdığı meclisin kuruluş yıldönümünü kutlamaktan kurtulurken çocuklara da bir bayram hediye etmiş oldu.
Gün 23 Nisan olunca yazayım dedim. Kimseye bir fayda sağlayacağını düşünmüyorum. Ancak bilmenin de zararının olmayacağını savunuyorum.
ÇÖZÜEME BU KADAR YAKLAŞMIŞKEN DENEMEYELİM Mİ?
Bahçeli ses tonunu giderek artırıyor.
Kılıçtaroğlu’nun kafası karışık. Arada kalmış durumda. Ancak ihanet ve bölücü suçlamalarını her fırsatta seslendiriyor.
İyide çözüm bu kadar yakınken neden denemeyelim. Neden iktidara bir şans vermeyelim
Çatışma duracaksa, şehitler olmayacaksa, terör bitecekse neden olmasın?
Barış kelimesine bu kadar tepki neden?
Barış çalışmalarına bu kadar karşı çıkmak neden?
Sorun hisler mi? Siyasi rant mı? Yoksa başka bir şey mi?
Çözüm olursa ne olur?
CHP’den bir parti daha mı çıkar?
MHP fazlaca kan mı kaybeder?
Sorun bu mu?
BDP bile çözüm için ayağını sürüyor. Çözüm süreci başarılı bir şekilde gerçekleşirse BDP’ye bile ihtiyaç mı kalmayabilir?
Buradan bakınca çözüm süreci millet için ne kadar menfaat barındırıyorsa, siyasi aktörler için o kadar risk mi barındırıyor?
Seslerin yükseltilmesinin nedeni bu mu?
Bırakın şahsi ihtirasları beyler. Gelin bir kere aynı yöne bakalım. Şans ve zaman verelim. Çözüm için dua edelim. Kan dursun, hepimiz kazanalım.
Çözüm süreci başarısız olursa, zaten yıllardır uyguladığımız yöntem yani askeri yöntemler denenmeyecek mi?
Bir kerecik yumrukları sıkmadan konuşursak kim ne kaybeder?