İkili ilişkilerde, günlük yaşamımız gibi her konuda geçerliliğini koruyan “kuralları güçlüler koyar veya güçlü her zaman haklıdır” kuralı, maalesef ülkeler arası ekonomik ve politik alanda da geçerliliğini sürdürüyor. Dünya ticaret hacminin yaklaşık dörtte birini karşılayan ABD başta olmak üzere, toplam dörtte üçünde etkili olan Almanya, Japonya, Çin gibi ülkelerin ekonomilerindeki performanslarına ve maksimum çıkar sağlanması temel ilke olmak koşuluna göre alınan kararlar çerçevesinde, küresel ekonomi yönetilmektedir. Söz konusu ülkeler gerek yüksek gelişmişlik düzeyi (ABD, Almanya, Japonya) ve devasa boyutta üretim potansiyeli (Çin) özelliklerine sahip olmaları yanında, görünüşte bağımsız ve objektif amaçlarla global ölçekte piyasaları kendi çıkarları doğrultusunda etkileyecek düzeyde IMF, Dünya Bankası, Moody’s, Standartsand Poors (S&P), Fitch gibi uluslararası iktisadi kurumlarla donatılmışlardır. Bunun üzerine NATO gibi askeri kurumlarda, yine gelişmiş birkaç ülkenin güdümünde ve onların ekonomik çıkarlarına uygun faaliyetlerini sürdürmektedirler. Sözde demokrasinin öncüsü olarak kabul edilen ancak tüm amaçları dünya üzerindeki hakimiyet alanını genişletmek adına hiçbir kural tanımayan birkaç gelişmiş ülke tarafından hem ekonomik ve hem de askeri açıdan kıskaç altına alınan dünyamızın, her alanda istikrara kavuşması, maalesef kısa vadede mümkün gözükmemektedir. Çünkü formül yanlış olursa, sonuca ulaşmak adına yapılan ara işlemler ne kadar doğru olursa olsun, sonuç yanlış çıkmaya mahkûmdur. Ekonomik, siyasi, toplumsal ve sosyal açıdan dünya üzerinde etkili ülkeler gizlice aralarında anlaşarak, kendi çıkarlarını diğer ülkelerin üzerine haksız yere empoze etme politikalarına ısrarla devam edip, Türkiye gibi haklarını savunan, karşı çıkan ve dik durmaya çalışan ülkeler karşısında başarısız olma ihtimalinin ortaya çıkması durumlarında ise, sahip oldukları yazılı ve görsel basını kullanmanın yanı sıra, karşı ülkelerde kendi çıkarlarını savunan siyasetçiler ve kurumları kullanarak, kendilerine konum açmaya çalışmaktadırlar. İnsan hakları, demokrasi ve evrensel hukuk kurallarının bizzat bunları savunan, kendi menfaatlerine göre hiçbir kural tanımadan, hatta terör örgütlerini dahi kullanacak kadar gözü dönmüş, gelişmiş ekonomik ve askeri potansiyeli güçlü olan ülkeler tarafından yönetilen dünyanın, istikrara kavuşacağı ümidi konusunda fazla iyimser değilim. Kişisel, ülkesel, bölgesel ve küresel düzeyde iktisadi, siyasi, ahlaki, sosyal ve toplumsal hakkaniyet ilkeleri üzerine kurulmayan hiçbir değerin, sonuçlarının olumlu yansıması ihtimal dışıdır. Bozuk terazide, doğru tartı olmaz.
Genel durumun çerçevesini genel hatlarıyla ortaya koyduktan sonra, ülkeler iktisadi, sosyal ve toplumsal gelişmişlik düzeyine göre, her türlü küresel etkileşim karşısında kendi kaderleriyle yüzleşmekle karşı karşıya kalmaktadır. Dünya ekonomisi de ABD, AB, Japonya, Çin ve bunların dominant olduğu kurum ve kuruluşlar (FED, ECB, BOJ, PBOC, IMF, EU, WB) tarafından yönetildiğine göre, küreselleşme nedeniyle finansal sektör başta olmak üzere üretim ekonomisinin tüm sürecinde ülkeler, sektörler ve firmalar etkileşimden kaçamamaktadır. Burada özellikle gelişmekte olan ülkelerin (BRICS, SMIT, ve bunların arasında yer alan bir veya bir iki emtia malının (petrol, doğal gaz, altın, elmas, bakır, demir gibi) satışından elde edilecek gelire bel bağlayan ülkelerin, başlangıçta acı sonuçları da olsa iç hukuk sistemlerini, yapısal reformları en kısa sürede uygulamaya koymayı sağlayacak şekilde, düzenlemeleri gerekmektedir. Artık dünyanın her noktasının her alanda etkileşim ağının içinde olduğu göz önüne alınırsa, gelişmekte olan ülkelerin imalat sanayini geliştirmek için kendilerine çeki düzen vermelerinden başka çareleri de yoktur. Bu konuda yapısal reformları popülist kaygılarla öteleyen ve bu tür politikacılara pirim veren ülke halkları, kaçınılmaz son olan geri kalmışlığa, düşük kalitede yaşam koşullarına (gelir, eğitim, sağlık vb.) şimdiden kendilerini hazırlamalı yada orta ve uzun vadede sürdürülebilir büyümeyi sağlayacak kadroları yönetime getirerek, kendi ve çocuklarının geleceklerini kurtarmak adına, bir irade ortaya koymalıdırlar.
Sağlam bir ekonomik taban üzerine oturmayan, ortak akıl etrafında halkıyla bütünleşemeyen ülkelerin, diğer ülkelerin kuyruğunda uydu olmaktan başka şansları bulunmamaktadır. Dolar, euro, yen, yuan gibi konvertibl paraların, altın ve petrol fiyatlarının günlük değişmeleri ile NYSE, AMEX, NASDAQ, CHX, CAC 40, DAX 30, FTSE 30 gibi büyük borsa endekslerinin ayıların mı yoksa boğaların mı etkisinde kalacağı, genel küresel ekonomi içinde reel üretim hacminin boyutunun artıp artmayacağı gibi küresel ekonomik gelişme verilerinin peşinde koşup, ülkeler kendine pozisyon belirleyerek ekonomileri düzlüğe çıkamaz. ABD, AB, Japonya, Çin gibi küresel ekonominin başat ülkeleri ile petrol fiyatlarının haftalık, aylık verileri ile zaten dünya tetikte tutuluyorken, hafta içinde özellikle de gelişmekte olan ülkeler, FED’in faiz uygulamasına kilitlendi. Olası durumlara karşı günlerce görüşler bildirildi, sonuçta FED tarafından dünyanın diken üzerinde tutulması başarıldı. Türkiye açısından bakıldığında durumumuz pek parlak görünmüyor. Enflasyon oranını %8’ler, düşen petrol fiyatlarına rağmen cari açığı 28,9 milyar dolar, işsizlik oranını %10,2’nin altına kalıcı biçimde indiremedik. Vergi, Bağ-Kur borçlarının yapılandırılması gibi zamanında borçlarını ödeyenleri cezalandırırcasına ve kredi kartlarına yeniden taksit uygulaması getirilmesi gibi günlük, duruma göre politikalarla FED, ECB’nin ancak piyonu olur, maalesef kısır döngüden (fasit daire) çıkamayız.
Soru: İhraç edilen ürünler bir ülkenin gelişmişlik düzeyini gösterir mi? Neden?
Sözün Gözü: İnsanlar ikiye ayrılır, içi dışı bir olanlar ve olmayanlar.