FARKINDA OLMAK

Hasan Mutluoğlu

Ülkemizin, dünyanın gündemini oluşturan o kadar çok olaylar var ki, hangisinden bahsedeceğiniz konusunda zorluk çekiyorsunuz.

Ülkemizdeki olayları, dünyanın diğer yerlerinde olanlardan bağımsız olarak düşünmeniz mümkün değil. Ya doğrudan, ya da dolaylı olarak bir bağlantı bulunmaktadır.

Karşılaşılan her türlü olayları bu açıdan düşünerek yorumlamak, problem haline gelenleri çözümleri konusunda fikir üretmek kavuşturmak kolaylaşır.

“Dünya büyük bir köy” olduğuna göre, kendi kendine yeterlilik mümkün değil. Meselelerinizi tek başına çözebilmeniz mümkün değil. Kendi çıkarınız ve “HAK” ölçüleri doğrultusunda  çözüme ulaşmanız çok zor.

Fert olarak; çevrenizde, ülkenizde ve bütün dünyada olanların farkında olmanız, sorumluluğunuz ile doğru orantılıdır. Yaratılış gayesinin gereği bu doğrultudadır.

Aklınız nereye kadar eriyorsa, bilginizin düzeyi ,  göreviniz ve toplumdaki aktifliğiniz ne kadar ise, “Farkındalık” farkında olmak durumu o derece önem arz eder.

Ülkenin yönetimine talip olanlar, bunun böyle, hatta daha ötesi olduğunu çok iyi bilirler/bilmeliler. Farkında olmak, öteleri görmek/görebilmek, tahmin etmek yöneticilerin en önemli özelliklerindendir.

Bu söylediklerimiz fert bazında toplum için yeterli olması fıtrata aykırıdır. Bütün yükü tek başına yüklenmek mümkün olamaz. Devreye, danışmanlar, çalışma ekipleri girer. “Ortak akıl” devreye girer.

Atalarımız bu durumu; “Danışan dağı aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış.” Sözü ile ne güzel ifade etmişler.

Allah’a(c.c) bilerce şükürler olsun ki, ülkemizin yöneticileri bahsettiğimiz özelliklerle hareket ediyorlar. Bütün dünyada olup/bitenlerin farkında.

Bizi yakından etkileyen ve ilgilendiren olaylara doğrudan veya dolaylı olarak ilgilenmekteler. Mısır, Suriye olaylarında olduğu gibi.

Mısır ve Suriye olayları hakkında,  yeterli bilgilere sahip olduğunuz için tekrar yazmak istemiyorum. Sade bir vatandaş olarak sıralayacağım sorularıma beraberce akıl aşındıralım diyorum.

-Komşu ülkelerle aramızda müzminleşen problemleri ortadan kaldırmaya, AB ülkelerinde uygulanan ve de son zamanlarda körfez ülkelerinin gündeminde olan,  vizesiz dolaşmaya ramak kalmışken, ne oldu da bu hale gelindi?

-İran’ın “Şeytan” devletlerle, özellikle İsrail ile aynı safta yer alması, hangi anlayışla mümkün hale geldi?

-Biz dahil, İslam ülkeleri, Suriye’ye müdahale konusunda karşı tavır ne çabuk değişti?

-Bütün bu olanların neticesinde her durumda, kaybedenler/kazananlar kimler?

-Nasıl bir yol izlenmeli ki; Haklı hakkına kavuşabilsin?

-Ve en önemlisi, fert olarak bize düşen en önemli görev nedir?

Soru sormanın çok kolay olduğu malum. Cevapları bulmak/verebilmek,  keşke bu kadar kolay olabilseydi. Ama şuna inanıyorum ki, cevabı olmayan hiçbir soru yoktur.