Kısaltmaları, lafı uzatmadan açalım.
EYT, hepimizin bildiği üzere emeklilikte yaşa takılanlar için kullanılan ve son dönemlerde oldukça kullanışlı hale gelen harflerdir.
EYP ise el yapımı patlayıcı adındaki ve bölücü terör örgütü tarafından kullanılan kalleş tuzağın harfleridir.
EYT meselesinin son zamanlarda bazı kesimlerce özellikle kaşınarak kullanılması, bu meselenin EYP’ye dönüştürülme gayretinden başka bir saik ile açıklanabileceği kanaatinde değilim.
EYT taraftarı gibi olanlara bakınca, bu zamana kadar Millet hayrına dil dökmemiş, kalem oynatmamış, çakılı bir çivisi bulunmayan güruhların bu EYT seviciliği, hayra alamet olabilir mi?
Tedbir bellidir.
Devlet adamlarımız EYT meselesini EYP’ye çevirmeye çalışanlara artık fırsat vermemeli ve bir orta yol bularak, bu meseleyi ülke gündeminden çıkarmalıdırlar.
Kanaatim şudur ki; EYT meselesi, Reis-i Cumhur’umuzun ‘siyasi hayatıma mâl olsa bile’ diyerek baktığı pencereden bakılmaması gereken ve Türk Devleti’nin gücünü göstermesi ve beklentileri de bir şekilde karşılaması gereken bir meseledir.
Kamuda taşeron bünyesinde çalışanların kadroya alınması ülke gündeminde bile değilken ve alınması durumunda adalet duygusunun zedeleneceğine kesin gözüyle bakılan bir meselede, devlet adamlarımız kolayca karar aldılar ve işin kamuya maliyetine hiç bakmaksızın hemen hemen bütün taşeron çalışanlarına kadro verilerek, yola devam edildi.
Kadro talebi, haklı bir talep olmamasına rağmen olumlu karşılandı ve kazanç olarak göreceksek, her iki taraf da kazandı.
Emeklilere bayramlarda ikramiye verilmesi hiç kimsenin aklında bile değilken, muhalefet kanadının bu meseleyi suiistimal etme kaygısı yüzünden on beş milyon emekliye senede otuz milyar Türk lirası ödeme kararı, bir çırpıda alınıverdi. Bunu da kazanç olarak göreceksek, her iki taraf da kazandı.
Taşerona kadro verilmesi de emeklilere ikramiye verilmesi de çözülmesi gereken sorunlar değildi, kanaatimce.
Konjonktür gereğince alınması uygun görülen kararlardı ve alındı. Doğru oldu, yanlış oldu, tartışılır; meselemiz bu değil.
Mesele, EYT mağdurluğu adı altında EYP çığırtkanlığı yapmanın nelere gebe olduğunu görmek zorunda oluşumuzdur.
Bu zorundalıkta vazife, devlet adamlarımızındır.
EYT için bir orta yol bulunmalıdır; yarım elma gönül alma misali bir çaba sergilenmelidir.
Reis-i Cumhur’umuzun siyasi hayatına mâl olacak bir mesele, sadece Türkiye’de değil bütün mazlum coğrafyada ses olur, yankı bulur.
Türkiye’mizin yirmi yıllık kazanımı bir hiç yerine konur. Bunun adı, denizi geçip derede boğulmak olur ki; bu, ümmete liderlik etme konumuna gelmiş mücadele insanına yakışacak bir son değildir.
EYT meselesine mevzuat yönünden bakacak olursak; en temel kural olan, kanunların geriye yürümezliği kuralı, 1999 yılında çiğnenerek EYT meselesinin temeli atılmıştır ve hukuk yönünden sakattır.
Günümüzün devlet adamları, 2008 yılında 5510 sayılı Kanunu yürürlüğe koyarken, bu Kanundan önce çalışma hayatına başlamış bila istisna bütün kişileri eski kanunların verdiği haklardan yararlanacak şekilde düzenlemesini yaptı.
Soru şu:
Aynı hassasiyeti 1999 yılında ülkemi yöneten kişiler neden göstermedi?
Kademeli emeklilik bile Anayasa Mahkemesi’nin iptali neticesinde oldu. Mahkeme, o kanunun uygunsuzluğuna ta o zaman hükmetmişti.
Neden bir büyük mağdur kitlesi oluşturmanın tohumlarını, ülkemin daha önemli meselelere emek harcaması gereken şu zamanlarda devlet adamlarının yürüdüğü yolda bir kaktüs olarak filizlendirmek için yollara serptiler?
Neden?
Eski emeklilik kanunlarına da şu soruyu soralım:
Neden insanımızı 45 yaşında, hayatının en verimli çağında iş hayatının dışında tutmak için emeklilik yalanıyla bu ülkenin birikimleri heba edildi?
Sosyal güvenlik sistemimiz sanki görünmez bir elin kontrolü altında ve yapılan düzenlemeler bilinenin aksine başka maksatlara mâtuf sanki…
Bildiğim bir şey olduğu için bunu yazmış değilim amma hissiyatım aklıma ve kalemime baskı yapıyor.
Eski emeklilik rejimine de yeni rejime de bakışımızı bu şekilde ortaya koyduktan sonra EYT meselesine ilişkin teklifimizi ifade edelim.
Daha önce bu satırlarda da yer verdiğimiz üzere, eleştiri kıymetini teklifinden alır. Teklifi olmayan eleştiri, gürültüden ibaret kalır.
Teklifle beraber öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, EYT meselesinin devlet adamlarının önüne sunulan maliyetinin, ortalıkta dolaşan 700-800 milyar Türk lirası gibi uçuk rakamlar olacağı tespitine kesinlikle katılmıyorum.
1999 öncesi tescil edilen herkesin EYT meselesinde maliyet unsuru olarak dikkate alınması son derece yanlıştır.
Hem, işin içinde olan Bakanımız, Mecliste komisyon toplantılarından birinde, EYT kapsamında olanların yarısının kamuya geçtiğini, savunma olarak muhalefet temsilcilerinin yüzüne söyledi.
Bu söz şu anlama gelir ki; EYT dillendirilenin aksine bütçeye aman aman bir yük getirmeyecektir. Kamuya geçen, 65’ten önce emekli olur mu sizce? Maliyetin yüzde ellisi ortadan kalkmış demektir.
Teklife mi geleyim?
Orta yoldan önce kökten çözüm, 8 Eylül 1999 tarihinden önce işe başlayanların emeklilik yaşının eski kanundaki yaş olduğunun kabul edilmesidir.
Bir orta yol bulmalıyız demiştim ya…
Orta yol için de teklif basit:
Eski kanun 45’de emekli ediyordu, sonraki kanun 60’ta. Orta yol 52’dir.
Şu an 52’yi tamamlayanların hemen emekli olacağı düşünülmesin; 52 yaşını tamamlamışların tamamının da prim şartını yerine getirdiği düşünülmesin.
Kaldı ki, EYT’lilerin yarısı kamuya geçtiyse, EYT’nin EYP’ye dönüşmesine kör gözle bakılmamalıdır.
Vebal büyük olur.
Samimiyetin gereği olarak devlet adamlarından şunu da isteyeyim:
EYT düzenlemesi seçim arifesine bırakılmamalıdır ki, sıkacak son kurşunu da bu kalmıştı, denilmesin.