Eylül muhasebesi

Ömer Kocabaş

Eylül ayı bitiyor, sonbahar kendini hissettirmeye başladı. Yazın rehaveti, tembelliği geride kaldı, gelecek çetin kış için hazırlık vaktidir. Zamanla değişmeyen bir şey kalmıyor. Zamana, mevsime bakış açımız bile farklılaştı, tabiatla farklı bir dilde konuşmaya çalışıyoruz. Küresel ısınma, iklim değişikliği saçmalığıyla her şeyden nem kapar olduk(!) Yağmur yağmazsa sorun, yağarsak sanki bir afet, felâketmiş gibi davrananlar türedi. Her şeyden tık koparma peşine düşen basınımız hava durumu haberlerini bile abartıp, suyunu çıkararak verir oldu. Benim gibi ilkbaharı, yazı sevenler yavaş yavaş kuytuya çekilip beklemeye geçecek. Sabırla bekleyen Allah’ın izni ile beklediğine kavuşur…

Ahir zamanda vaktin çok hızlı geçtiğiyle ilgili yeni bir tespit yapacak değilim. Hızlı bir şekilde yaş alıyoruz, yaşlanıyoruz. Hızlı geçen vaktin içini doldurabildiğimiz ölçüde kârdayız. Genel de yılbaşında bir muhasebe yapılır. Geçen yıldan ne umuyorduk, ne bulduk vb. Bence sonbaharın başlangıcı eylül ayı da böyle bir değerlendirmeye uygundur. Nisan ayından bugüne beş, neredeyse altı geçmiş. Bu kadar zamanda ne yapmak istiyorduk, ne kadarını gerçekleştirebildik? Yoksa hiç böyle düşüncelerimiz yoktu da, gelsin hayat, bildiği gibi gelsin, işimiz bu yaşamak mı dedik? Herkesin hikâyesi farklı. Öyle kişisel gelişim zırvalarına da sarılacak değilim. Bildiğim tek şey hayatın akışına kendimizi kaptırdığımız zaman sadece savrulduğumuzdur. Bazen değil, her zaman kenara çekilip izlemek gerekiyor gidişatın ne tarafa doğru olduğunu. Becerebiliyor muyuz, çoğu zaman hayır.

Hayat telâşesinin meşgalelerine kaptırıp gidiyoruz. Yapacaklarımız, kendimize, çevremize verdiğimiz sözler unutuluyor. Bunu kendimize yediremediğimiz zaman revize ederek yeniden yapılandırmaya çalışıyoruz ama o iş öyle olmuyor. Çünkü her şeyin bir zamanı var, zamanında yapılmayanlar ona göre oluyor. Yeni demlenmiş taze bir çayla, üç, dört saat beklemiş, su katılarak ısıtılan çayın lezzet farkı gibi. Kendimiz dışında her şey ile meşgulüz. Daha doğrusu birçoğu zorunluluk. Sonuçta toplu hâlde yaşıyoruz. Bir sabah uyandığımızda bambaşka bir ortamla karşılaştığımız çok oluyor. Maddi kaygılarımız manevilerin çok önünde oluyor. Çoğu zaman kaygılandığımızla kalıyoruz. Bir şeylerin yolunda gitmediğini görüyoruz. Aynı yanlışta ısrar edildiğinden yolunda gitmeyeceğini de… Elimizden gelen bir şey olmadığından daha az hasarla kurtarmanın derdine düşüyoruz. Başarılı olduğumuz yine söylenemez.

Dünya bambaşka bir yere giderken biz, bizi yönetenler bunun ne kadar farkında tartışılır. Günübirlik siyasi tartışmalarla, çoğu zaman kâğıt üzerinde kalan düzenlemelerle bir yere gidebildiğimiz yok. Dünya’nın gözü önünde İsrail bir yıldır katliam yapıyor izliyoruz. Kişisel olarak dua ediyoruz, elimizden geldiğince boykota devam. Lakin başta Türkiye olmak üzere elini taşın altına koyması gerekenler bir türlü gerekli adımı atamıyor. Ateşkes lafı bile unutuldu, katliama Lübnan’da dâhil edildi. Sırada İran ve Suriye var. Önlem alınmazsa gelecek yıl bu zamanlar, içerisinde Türkiye’nin de olduğu bir kaostan bahsedebiliriz. Çünkü şaşıracak bir şey kalmadı. Karşımızda bir devlet değil, terör örgütü var. En tehlikeli yanı da hesap sorulmadan, bedel ödemeden kafasına göre takılabiliyor.

Eylül muhasebesini daha umut dolu yapmak isterdim ama gerçekler bu. Okullar açıldı, çocuklar heyecanlı, telâşlı. Aileler hesap kitap derdinde. Koskoca bakanlar, bürokratlar konuşuyor, çoğu idareci, öğretmenler bildiğini okumaya devam ediyor. Herkesin bildiği gerçeklerden vatandaşın şikâyetçi olması isteniyor. Yapılacak şikâyetin bir işe yaramayacağını, kendine, çocuğuna zarar vereceğini bilenler ya sabır diyor. Çünkü maalesef düzen bu, herkes kendine göre haklı. Haksız olan bu haksızlığı sorgulayan, sürekli bedel ödemesi beklenen sıradan vatandaş. Mevzuyu yatağından çıkmadan toparlayalım. Herkes kendi eylül muhasebesini bir yapsın bakalım sonuçları ne olacak. Biz ilkbaharı, yazı beklemeye başladık bile…