İşgalci İsrail, 1917’den bu yana Filistin topraklarında gerçekleştirdiği işgali genişletmekle kalmadı bir taraftan da dışarıdan getirdiği Yahudileri yerleştirmek için arazilere el koymayı sürdürdü. Bu konuda da sistematik bir plan uyguluyor. Özellikle Filistin halkının arasındaki irtibatı kesebilecek şekilde konutlar inşa ederek buralara yerleşimci adı verilen işgalcileri yerleştiriyor. Taktik, hem Filistin nüfusunu azaltmak ve hem de yerleşimcilerin nüfuslarını artırmaktır. Bu sinsi politikadan amaç, tamamen Filistin topraklarını kademe kademe ilhak etmektir. Hem yerel ve hem de uluslararası kuruluşlar tarafından İsrail’in yaptığı bu hukuksuz toprak genişletme ve yerleşimcileri yerleştirme politikasını durdurma yolundaki uyarılara İsrail hiçbir zaman kulak asmamıştır ve asmamaktadır.
Bir taraftan Gazze’de soykırım uygulayan İsrail, diğer taraftan da zamana karşı yarışırcasına Batı Şeria topraklarına el koymaya devam ediyor. Bunu da kendince yasal düzenlemeler yapmak suretiyle mevcut yerleşim yerlerini genişletiyor. İstediği zaman Filistinli Müslümanların evlerini yıkıyor, arazilerine el koyuyor ve onları ölüme ve yokluğa mahkûm ediyor. Birkaç gün önce Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail’in Doğu Kudüs başta olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarındaki yasa dışı varlığına mümkün olan en kısa sürede son vermesini, tüm yeni yerleşim faaliyetlerini derhal durdurmasını ve tüm yerleşimcileri işgal altındaki Filistin topraklarından tahliye etmesi gerektiğini içeren bir karar açıkladı. Ayrıca bu karara, İsrail’in Filistinlilere verdiği zararı tazmin etmesi gerektiğini de ekledi.
Bu karar karşısında Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi, tüm devletler ve uluslararası kuruluşlar derhal harekete geçmeli ve Uluslararası Adalet Divanının aldığı kararın uygulanması için acele etmelidirler. Bu konuda İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi de boş durmamalı, uluslararası güçleri harekete geçirme konusunda inisiyatif kullanmalıdır. Hem Siyonist İsrail’in işgal ettiği topraklardan derhal çekilmesi ve hem de yerleşimcilerin tahliye edilmesi konusunda üzerlerine düşeni yapmaları gerekir. Çünkü İsrail’in sınırları belli değildir. Sapık teolojilerinin bir gereği olarak bu sınırlar vadedilmiş topraklar ele geçirilinceye kadar devam edecektir. Şu anda bu topraklarda yer alan ülkeler de hedeftir. Hiç olmazsa bu ülkeler kendi menfaatlerini düşünerek, İsrail’i durdurmalıdır. Bunun yolu da işgali sona erdirmek ve İsrail’in işgal ettiği topraklardan bir an önce geri çekilmesini sağlamaktır. Bundan sonra atılması gereken adım da Başkenti Kudüs olan ve toprak bütünlüğüne sahip bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıdır.
İsrail, hak-hukuk tanımayan bir yapıdır. Elbette o, Uluslararası Adalet Divanının aldığı kararları tanımadığını söyleyecektir ve her daim de söylemektedir. Bugün Filistin davası sadece Arapların ya da bütün Müslümanların davası olmaktan çıkmış ve uluslararası düzeyde bütün insanlığın ortak davası haline gelmiştir. Bu ortamdan da istifade edilerek İsrail üzerinde baskı politikaları artırılmalıdır. İslam dünyası her türlü yaptırım kararı alarak bunu acilen uygulamaya geçirmelidir. Gerekirse, İsrail uçaklarına hava yollarını kapatmalı, petrol ve doğal gaz sevkiyatını durdurmalı, her türlü ticareti kesmelidir. Bunlar İsrail’i durduramıyorsa, başka türlü kalıcı ve caydırıcı sert tedbirler alınmalıdır. Artık Gazze’de bıçak kemiğe dayanmış ve topyekûn Gazze halkı ölüme terk edilmiş durumdadır. Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi hepimiz orada olup bitenlerden sorumluyuz. Eğer, bir şeyler yapma gücümüz var da yapmıyorsak, zalimlerin zulmüne biz de sessiz kalarak ortak olduğumuzun farkında olmalıyız. Her türlü yolu deneyerek Filistin mukavemet güçlerinin yanında yer almalıyız ve lojistik destek verme konusunda kendimizi zorlamalıyız.
Artık, “İsrail’in Filistin topraklarında sürdürdüğü işgal ve yerleşim Uluslararası hukuka aykırıdır” demeçleri karın doyurmuyor. Uluslarası güçler, sürekli İsrail’e arka çıkmaya devam ediyor. Ukrayna’nın lehine olabilecek kararları almalarına rağmen Filistin konusunda sessizliği tercih ediyorlar. Gazze olayı bir turnusol kâğıdı olarak Batı’nın değerler skalasının sahte olduğunu açığa çıkarmıştır. Bundan sonra, insan hakları ve demokrasi güzellemelerinin sahte olduğu bütün dünya halkları tarafından bilinmektedir. Böyle bir vasatta İslam dünyası aklını başına almalı ve gerçek insan haklarının İslam’da olduğunu bütün dünyaya göstermelidir. İçine düştüğü bu utanç kuyusundan bir an önce Allah’ın arştan arza uzattığı kurtuluş ipine sımsıkı sarılarak dışarı çıkmalı ve İslam’ın aydınlık yüzü ile bütün bir insanlığı buluşturacak işler yapmalıdır.
İşgalcilerin tarihinde bütün yöneticiler terör örgütlerinin sadık bir militanı ya da lideri olmuşlardır. Başbakan Netanyahu da onların bir devamıdır. Mesele Netanyahu iktidarı değildir, bu bir asra yaklaşan işgalin tarihinde Siyonist bir projenin devamıdır. Netanyahu gitse ondan sonra gelecek olanlar da aynı devlet politikası olan işgal ve toprak gaspını sürdürecek ve Filistinli kardeşlerimize gözyaşı döktürmeye devam edeceklerdir. İslam ülkeleri bu reel durumu göz önünde bulundurarak hareket etmeli, köklü tedbirler almalı, gerekiyorsa Filistinli mücahitlere vatanlarını savunmak için her türlü desteği vermelidirler. Başka çıkar yol yoktur. Görüldüğü gibi, Lahey’de alınan adaletli karar karşısında Siyonist yöneticiler çılgına döndü ve işgal, ilhak ve yerleşimci politikalarını derhal hızlandırmaları gerektiği yolunda demeçler vermeye başladılar. Ya İslam dünyası ne yaptı?
Ey İslam halkları!
Uyanın derin uykudan
Derin uykudan uyanın.
Ey İslam halkları! Lahey’de alınan kararların bir an önce uygulanması için yeri göğü inletin. Bunları yazıyoruz da, acaba bu söylediklerimiz mevcut İslam dünyası için bir şey ifade eder mi? diye sorar gibisiniz. Bence istenilirse yaptırım gücü olan kararların alınmasında etkili olunabilir. Şöyle; S. Arabistan, İran, Türkiye, Endonezya ve Malezya gibi ülkeler güçlerini bir birleştirse inanın verecekleri ortak güçlü ses İsrail’i titretecektir.
Bekliyoruz, bekliyoruz, şimdi kınama demeçleri değil, eylem zamanı…..