Yüce Allah evlerimizin ne anlama geldiğini Hayat Kitabımızda şöyle beyan buyurur: “Allah evlerinizi size bir huzur ve sükûn/dinlenme yeri yaptı.” (16/Nahl:80). Allah’ın huzur yeri ilan ettiği evimizi bu kimliği ile koruyup dünyadaki cennetimiz haline getirmek veya Allah’ın ilan ettiği konumdan çıkarıp cehenneme dönüştürmek, eşler olarak bizim elimizdedir.
Evin ne büyük bir nimet olduğunu; sığınacak bir yuvası olmayan evsizler, köprü altlarında yaşayanlar, evlerinden çıkarılıp mülteci durumuna düşürülenler, geçici çadırlarda barınanlar ve kiracılar çok iyi anlar.
Değerlerin korunması ve insan inşasının ilk karargâhı evlerimizdir. Evlerimizi, birer insan yetiştiren atölye haline getirmeliyiz.
Rasûlullah (sav) şöyle buyurur: “İçinde Allah anılan ev ile anılmayan evin misali, tıpkı yaşayan ile ölen insanın misali gibidir.” (Müslim, Müsafirîn.211)
“Evlerinizi kabirlere çevirmeyin. Bilin ki, şeytan içinde Bakara suresi okunan evde durmaz.” (Müslim, Müsafirîn 212).
Firavûnî düzenlerde bile evlerin, değerlerimizi yaşatılabileceğimiz son kale olduğunu Yüce Allah şöyle ifade eder: “Derken, Musa’ya ve kardeşine şöyle vahyettik: Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın/karargâh edinin ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın. Namazlarınızı da dosdoğru kılın.” (10/Yunus:87).
İşte evlerimizi, inanç değerlerimizin yaşanması ve mutluluğun tadılması için uygun hale getirecek olan biz eşleriz. Eşlerin de ev içinde yerine getirmeleri gereken görevleri olduğunu Rabbimiz beyan eder. Kadının yaratılış gayesinin kocasını mutlu etmek olduğunu iki ayette şöyle beyan buyurur: “Sizi bir tek nefisten yaratan, MUTLU OLSUN diye O’ndan da eşini yaratan O’dur.” (7/Araf:189)
“Kendisiyle MUTLU OLMANIZ İÇİN size, kendi cinsinizden eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O (Allah’ın) harikalarındandır. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (30/Rum:21).
Ayetin metninde “Liteskunû ileyha” ifadesi geçer. Bunun anlamı “O kadınla mutlu olasınız diye” kendi cinsinizden eşler yarattı’ demektir. Bu ifadeden anlıyoruz ki, kadının aile içerisinde birincil vazifesi, kocasını mutlu etmektir. Kadınlık sanatını kullanıp bu “mutlu etme” görevini hakkıyla yapmalıdır. Allah; kadını ses, ten, koku ve ziynetiyle erkekten farklı yaratmıştır. Bu fark, ona verilmiş “kadınlık sanatı”dır. Bu sanatını kocasına karşı iyi kullanmalıdır. Hanımlar, kocaları için bakımlı ve onlar için câzibe merkezi olmak suretiyle, onları evlerine bağlamalıdır. En azından komşu gezmesine giderken gösterdiği bakımı, kocası eve geleceği zaman da göstermelidir. Kocasına karşı pespaye, pasaklı, ter kokulu ama komşu gezmesinde veya kamusal alana çıkarken bakımlı, parfümlü olan bir kadın, kocası için itici olacaktır. Kadın güzelliğini ve bakımlı halini kamuda paylaşmayacak, bütün bunları ancak kocasına karşı kullanacaktır. Kadın üzerindeki kocanın başta gelen hakkıdır bu…
Tabi erkekler de eşlerine karşı temiz ve bakımlı olmak zorundadır. İş elbiseleriyle, is ve pas içinde evlerine gelmemelidir. Abdullah bin Abbas: “Eşimin bana karşı bakımlı olmasını nasıl istiyorsam, ben de ona karşı bakımlı olmalıyım” demiştir.
Mutluluk verebilecek kadını eş olarak seçmek için gözümüzü, evlenmeden önce dört açacağız. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da Rasûlullah’ın uyarılarını dikkate almalıyız:
“Din ve dünya işlerinde sana yardım edecek saliha bir eş, senin için insanların sahip olduğu en kıymetli bir hazinedir.” (Beyhâki, Sahih, H.No:4285).
“Sizden her biriniz şükreden bir kalp, zikreden bir lisan ve ahiret işlerinde kendisine yardımcı olacak mü’mine bir eş edinsin.” (Hanbel,5/282. Tirmizi ve İbn-i Mâce de rivayet ederler).
“Kişinin mutluluğunu sağlayan dört şeyden birisi de; gördüğün vakit seni hoşnut kılan, yanından ayrıldığın vakit kendi iffetine sahip çıkıp senin malını korumasından emin olduğun saliha kadındır. Kişinin mutsuzluğuna delalet eden dört şeyden birisi de; gördüğün vakit seni üzen, dili ile sana saldıran, yanından ayrıldığın vakit kendi iffetine sahip çıkmayıp senin malını korumada kendisinden emin olmadığın kötü kadındır.” (İbni Mâce, H.No:282).
Evinde ve eşinde gerçek mutluluğu yakalayan insan, dışarıda da iyi bir insan olur. Çünkü mutlu olan kişi hep pozitif enerji yayar. Evini bir cennet köşesine çevirememiş olanlar/evlerinde cehennemi yaşayanlar, dışarıda da hiç mutlu olamazlar, hep negatif enerji yayarlar. Bu sebeple mutlu bir aile yuvası kurmak demek, mutlu bir toplum meydana getirmek demektir. Çünkü aile, toplumu doğuran ana rahmidir.
Gençlere çağrımız odur ki, bu Nebevî uyarılara kulak vermez de şıpsevdi olarak birinin sadece fiziğine çarpılırsak, Yüce Allah’ın “huzur yeri” ilan ettiği ve dünyadaki cennetimiz olması gereken evimizi cehenneme çevirecek bir hatunla karşı karşıya kalabiliriz. Evlilik, evcilik oynamak değildir, ciddi bir iştir. Öyleyse eş seçiminde gerekli ciddiyeti göstermeliyiz. Yoksa kısa süre sonra şiddetli geçimsizlikten dolayı soluğu Aile Mahkemelerinin önünde alırız. Maalesef boşanmalar hızla artmakta. Bugün Hollanda’da on yıldır evli olanlara ev verileceği ilanları yapılmaktadır. Boşanmaların önüne geçmek ve evliliklerin ömrünü uzatmak için Hollanda hükümeti kendine göre çözümü, ev vermekte bulmuş. Elhamdülillah biz henüz o safhada değiliz ama böyle giderse Avrupa’daki aile yapısı bize de gelir. Bizde de “Ömür boyu aynı yastıkta kocayın” duasıyla yapılan evliliklerimiz, gittikçe azalmakta ve otuz-kırk yıl evli olanlarla “Ömür Dediğin” programları yapılmaktadır.
Allahu Teâlâ, Hayat Kitabımızda erkeğe de sorumluluk vermektedir. “Sen kavvamsın, yani evi ayakta tutan direk gibisin” (Bak:4/Nisa:34) dedikten sonra; “O kadınlarla iyi geçinin. Onlardan hoşlanmasanız bile, umulur ki, sizin hoşunuza gitmeyen bir şeyde Allah, birçok hayır takdir edebilir.” (4/Nisa:19) buyurarak evde iyi geçim kriteri belirleyip ev işlerini güzel idare etmesini emir buyurur. Herkes eşinin huyunu, nelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmadığını iyi bildiği için, ev içi geçim kriterlerini ona göre oluşturur. Unutmayalım ki ev idare etmek, devlet idare etmek kadar önemlidir. Çünkü devlet, makro planda aile, aile de mikro planda devlettir.
Eşinizin bazı davranışlarından hoşlanmıyorsanız, bunu surat asarak, hırçınlaşarak anlatmaya kalkışmayın. Ondan ne beklediğinizi, nasıl davranmasını istediğinizi açıkça söylerseniz en azından nasıl olması gerektiğini anlar. Ona göre yeni bir tavır belirler. Eşler birbirlerinin bu kabil arzu ve isteklerini anlayışla karşılamalı, yersiz direnişlere ve inatlaşmalara girmemelidir. Eşimizin beğenmediğimiz huylarını öne çıkararak evimizin huzurunu bozmamalıyız. Hepimizin defolu tarafı mutlaka vardır. Bu konuda Rasûlullah’ın da “Bir kimse eşine kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ 61) buyruğunda belirttiği gibi, eşimizde mutlaka beğeneceğimiz birçok haslet bulabiliriz. Bardağın boş tarafını değil, hep dolu tarafını görmeye çalışalım. Unutmayalım ki, “O kadınlar bizim için, biz de onlar için bir elbise gibiyiz.” (Bak: 2/Bakara:187). Elbise, bizim ayıbımızı örter, soğuk ve sıcağa karşı bizleri korur. Eşler de bir birlerinin ayıbını gündeme getirip birbirlerini yıpratma yerine, örtmek suretiyle güzel yanlarını gündemlerine almalıdır.
Son söz olarak deriz ki; evimiz, dünyadaki cennetimizdir. Allah’ın “Huzur yeri” ilan ettiği evlerimiz; “Dâru’l Gazap” değil “Dâru’s Selam”, “Dâru’l İsyan” değil “Dâru’l İslam” olmalıdır ki, daha dünyada iken cehennemi yaşamayalım. Dünyadaki cennetimize sahip çıkalım.
İsveçli Profesör Guston: “Türk milletinin aile hayatını elinden alırsanız, geriye pek bir şey kalmaz” demiştir. Onu da biz berhava edersek elimizde neyimiz kalır? Tefekkür oluna!!!