Yeni bir halkoylamasının yaklaştığı şu günlerde herkes evet-hayır arasında tercih yapma noktasında. Halkına yukarıdan bakan bir zihniyet sürekli olarak halkın neyi oyladığını bilmediğini, değişikliklerden bihaber olduğunu, iradesizce seçimlerde oy vereceği yönünde ifadelere rastlıyoruz.
Ben Türk halkının siyasi bilincinin çok yüksek olduğunu ve önüne konan her sandıkta arifane bir hal ile karar verdiği kanaatindeyim. Bu seçimlerde de oyunu ona göre kullanacaktır.
Şahsi oyum EVET olacak. Evet deme sebebim kısaca sistemin yapısından kaynaklanan sorunların daha azalacağına dair kanaatim. Buna dair yaklaşık 2 sene önceki yazılarımdan bazı bölümleri aşağıda sunuyorum.
23.03.2015 tarihli yazımda;
Türkiye’de son zamanlarda Cumhurbaşkanı ile hükümet arasında kamuoyuna yansıyan bir takım ihtilaflar veya uyumsuzluklar gündemi işgal ediyor. Bunlar Cumhurbaşkanı, Başbakan veya hükümet üyelerinin şahıslarından kaynaklanan sıkıntılardan ziyade Türkiye’deki cari sistemden kaynaklanmaktadır. Çift başlı yürütmede güçlü karakterli bir Cumhurbaşkanı olduğunda ister istemez hükümetin görev alanına müdahalesi kaçınılmaz hale gelmektedir. Hele Türkiye gibi siyasetin sert ve keskin yapıldığı bir ülkede bu durum daha da bariz olarak ortaya çıkmaktadır….Ülke yönetiminin selameti açısından güçlü yürütme önemlidir. Bunun Başbakan ve Cumhurbaşkanında olması yahut Başkanlık sistemine geçilmesi tartışılabilir
30.03.2015 tarihli yazımda,
Çift başlı yürütmede ister istemez hükümet ile Cumhurbaşkanı arasında ihtilaf ve görev karmaşası çıkması kaçınılmazdır. Çift başlı yürütmede bu tip yetki ve görev karışıklıkları işin doğası gereğidir. Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmiş olması ister istemez zaten yetkileri bir hayli fazla olan Cumhurbaşkanlığı makamını hükümet karşısında daha da güçlü bir konuma getirdi. Bugün Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti/Ahmet Davutoğlu arasında bir uyum ve dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Bu sebeple normalde olması gerekenden çok daha az sayıda ve şiddette ihtilaf çıkmakta ve kamuoyuna yansımaktadır. Olmaz ya CHP’nin 7 Haziran’da iktidar olduğunu varsayalım. Erdoğan ile Kılıçdaroğlu ne kadar anlaşıp uyum içinde ülkeyi idare edebilirler. Bu sebeple Türkiye bu sistemle devam edemez.
Tek başına parlamenter sistemin yanlış olduğu ve ülkenin böyle bir sistemle yönetilemeyeceğini iddia etmiyorum. Parlamenter sistemle de ülke yönetilebilir ancak bugün geniş yetkilere sahip ve halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu bir denklemde hükümetin yürütmeyi tek başına götürmesi mümkün değildir. Hem halk tarafından seçilen ve elinde birçok yetki bulunan bir Cumhurbaşkanı olacak hem de yetkiyi hükümet kullansın denilecek, bunun gerçek hayatta karşılığı bulunmamaktadır. Hükümete rağmen Cumhurbaşkanı da ülkeyi tek başına yönetemez.
Türkiye’nin geldiği sistem tam bir çift başlı yürütme sistemidir. Türkiye gibi koalisyon, birlikte çalışma, asgari müştereklerde anlaşma ve benzeri siyasi ortaklık kültürü zayıf olan bir toplumda yürütmenin çift başlı olması yürütme erkinin kullanılamamasını doğurur. Sıkıntı çift başlılıktan çıkmaktadır. ..Bu demek değildir ki kuvvetler ayrılığı ihlal edilsin. Kuvvetler ayrılığının korunduğu ama yürütmenin de görevini layıkıyla yerine getirebileceği yetkilere ve kudrete sahip olduğu bir sistemin alt yapısını kurmalıyız.
11.05.2015 tarihli yazımda,
Türkiye’nin geldiği sistem tam bir çift başlı yürütme sistemidir. Türkiye gibi koalisyon, birlikte çalışma, asgari müştereklerde anlaşma ve benzeri siyasi ortaklık kültürü zayıf olan bir toplumda yürütmenin çift başlı olması yürütme erkinin kullanılamamasını doğuruyor. Sıkıntı çift başlılıktan çıkmaktadır. Ülke yönetiminin selameti açısından güçlü yürütme gereklidir. Kuvvetler ayrılığının korunduğu ama yürütmenin de görevini layıkıyla yerine getirebileceği yetkilere ve kudrete sahip olduğu bir sistem kurulmalıdır.
Türkiye geldiği aşamada yetkili, sorumsuz ve halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ı aynı anda taşıma imkanına sahip değil, bir an evvel … çift başlılığı bitirmeli, bunun da en düzgün yolunun Başkanlık sistemine geçmek olduğu görülüyor…
20.07.2015 tarihli yazımda,
Doksanlı yıllarda koalisyonlarla yönetilemeyen Türkiye Irak başta olmak üzere yakın coğrafyasında yaşanan ve kendisi için hayati önemi haiz konularda müdahil olamamış ve kendi iç çekişmelerinin kurbanı olmuştur. Bugün de aynı tehlike gündemde, güneyimizde Suriye’de yaşanan olaylara karşı yine iç çekişmelerle müdahil olamama riskiyle karşı karşıyayız. Türkiye’nin kendini çevreleyen bu kuşatmaya karşı aktif olarak müdahil olup oyunu bozması gerekir. Aksi halde telafisi imkansız zararlar doğacaktır.