EV DEĞİL YAŞAM ALIYORMUŞUZ

Hakan Bahçeci

Dünyada mekân ahirette iman, diye bir söz var, atasözü mü, kelamı kibar mı, bir ermiş sözü mü bilmiyorum. Lakin daha çok bu dünyadaki “evin” sahibi olmakla ilgili olarak kullanıldığı kesin. Son yılların alakadar olanına günümüz ifadesiyle sektörüne fazlaca kâr getiren önemli alanlardan biri inşaat ve emlak olsa gerek.

            İnşaatın gelişip büyümesi, insanların ev alabilme noktasında imkânlarının artması, özellikle emlak pazarının oldukça büyümesine vesile oldu. Çok büyük projeler gün geçmiyor ki alıcısına ulaşmış olmasın. Alım gücünün artması, konfor ve teknolojinin hayatı daha kolaylaştırdığı algısı, sunulan projelerin de buna paralel olarak büyümesine yol açtı. Yüksek katlı, yüksek teknolojili, yüksek konforlu evler sahibine ulaşmak için gün sayıyor.

            İnsanların ev almasına bir şey diyeceğimiz yok, ticarete bir sınır da çizilmez. Hatta bir daire fiyatının imalat masrafının kat be kat üzerinde satılmasına da “piyasa” gereği bir şey diyecek halimiz yok. Arsa payı denen ölçünün kimi yerlerde yarı yarıya çıktığını bilen biliyor. Buna rağmen, ne inşaat firmasının, ne arsa sahibinin ve hatta ne daireyi alanın bundan şikâyetçi olmadığını tam tersine hepsinin gayet güzel kâr ettiğini de biliyoruz.

            Peki, şimdi ben ne diyeceğim; bırak alan alasın satan satsın, her iki taraf da memnun, alıcı bile, ederinden fazla verdiğini bile bile, daireyi alıyor, iki yıl sonra üzerine koyarak satıyor. Ev dediğin dört duvar değil mi, belki üç beş mobilya, halı kilim filan… Değil, illa değil. Artık satın aldığımız tek bir daire değil bir yaşam, bir hayat.

             Bu kanıya nerden vardın, sorusunu sormak elbet hakkınız. Hatta benim oturduğum evi de sorabilirsiniz. Ben de bu çarkın içindeyim diye bize ait olmayan bir yaşam tarzını tasvip edecek değilim. Sorunuzun cevabına gelince; ekranlarda, gazete sayfalarında, şehrin caddelerinde, büyük şehir tabelalarında büyük bütçelerle hazırlanmış reklamları görüyorsunuz. Bir örnek vereyim adını zikretmeden, firma sahibi aynen şu ifadeyi kullanıyor kendi firmasının kendi reklam filminde; burada bir yaşam var, size mutlu bir yaşam vaat ediyorum.

            Çok katlı yüksek binaların yan yana gökyüzüne doğru yükseldiği, acayip isimleriyle, magazin dergilerinden çıkmışçasına modern dünyanın modern yaşam alanları… Dairenizden çıkar çıkmaz sizi bekleyen o şaşalı, renkli hayat. Alışveriş merkezi bir alt katta, oyun parkında çocuklarınızı kafelerde misafirinizi ağırlayabilirsiniz. Eğlence merkezinde yorgunluk atıp, Pazar pikniğinizi sitenin koruluğunda yapabilirsiniz. Konforlu bir yaşam değil mi? İşte bu yaşamı pazarlıyor artık firmalar. Ne mahsuru mu var? “Bana benim hayatımı hangi tüccar pazarlayabilir” sorusu havada kalacaksa hiçbir mahsuru yok.

            Yüksek maliyetli yüksek konforlu “yaşam alanları” yalnızlaştırma ve yabancılaştırma üzerine kurgulanmış bir hayat vaat ediyor. Kapınızı kapattığınız andan itibaren sizden başkası yok evinizde mahremiyet bunu gerektirir doğrudur peki evden çıkınca; birbirini tanımayan, markette, parkta karşılaşan insan yığını, kapı komşusunu tanımadığı için kapı komşusundan korkan, garajından işine işinden onca para verip aldığı sitesine dönen konfor sahibi insanlar…

            Mahallemiz vardı bir zamanlar; derdini, hastasını, düğününü, cenazesini bildiğimiz, evimizde olduğumuz için değil evimiz o mahallede olduğu için güven içinde hissettiğimiz, yığınlar değil, komşuluğun muhabbetini aradığımız bize ait bir hayat… Şehrin hayat damarlarından birini besleyen mahalleler bir zamanlar mabedi, çeşmesi, kıraathanesi, sokakları ile taş binalar yığını olmaktan öte hukuksal, toplumsal, asayiş ve ahlaki bakımlardan şehrin en önemli yapıtaşıydı.

            Değişen dünyamız, gelişen kentimiz, büyüyen bütçemiz bize yeni ve konforlu yaşamlar alabilecek kadar cesaret bulmuş olmamalı. Bize vaat edilen yaşam, yaşadığımız ve yaşanması için mücadele ettiğimiz hayatın yerine ikame edilmemeli.