Türkiye televizyonla tanışalı asır bile olmadı. İlk yayınlar İstanbul Teknik Üniversitesi binasında 1952 yılının Mart ayında yapıldı. Televizyonun o yılların en hatırı sayılır üniversite aracılığı ile hayatımıza girmesi ilginçtir. Daha çok teknik ve eğitim amaçlı bir görev yüklenen televizyon sonraki yıllarda bir yaşam tarzının adı olarak günümüze kadar değişmesini her an yenileyerek geldi.
Televizyonun ülkemizde reyting rekoru kırdığı ilk yıl 1954 yılıdır; Cağaloğlu’nda bir öğrenci yurdunun konferans salonunda tek bir televizyonu bizzat birçok öğrenci izlemiş ve bu açık gösterim izleyici sayısındaki ilk rekor olmuştur. Her ne kadar televizyon, eğitim ve teknik amaçlı olarak kurulmuşsa da daha ilk yayınlardan itibaren eğlendirici yönü belirginleşmiştir. Müzik programlarının ilk yıllardan itibaren vazgeçilmez olacağı kesinleşmiştir.
Altmışlı yıllarda televizyona sahip olanların sayısı ancak 200 civarındaydı. Ancak televizyonu olanların evine misafir gitmek âdet haline geldiğinden o güne göre seyirci sayısı oldukça artmıştı. Seyirciye sunulacak program çeşitliliği de buna paralel olarak arttı. Ve televizyon eğlencenin olmazsa olmazını keşfetti; yarışmalar.
Bu kısa televizyon maceramızı anlatmadan yarışma programlarına değinmek istemediğimden girizgahı uzatmış olduk. Lakin rekabetin, heyecanın ve taraftar olmanın çekiciliği televizyonda ancak yarışma programlarıyla mümkün olabilecekti. Bunun fark eden televizyon, talk show, reality show, game show türü programların yanı sıra yarışma programlarını da devreye sokmakta gecikmedi.
Türk televizyonlarındaki ilk yarışma programı sanırım Halit Kıvanç ile başlamış oldu. İlk yarışma bilgiyi ölçmeye dönük bir bilgi yarışmasıdır. Liseli öğrencilerin daha fazla soru bilip ödülü kazanmalarını sağlayan bir formatta yürüyen program yoğun ilgi görür. Sonrasında müzik yarışmaları, müsabakalar, sıkı bir disiplin içindeki bilgi kültür yarışmaları etkisini ve izleyicisini arttırarak devam ede gelmiştir.
Rekabetin acımasız ve ölçeklerin detaycı olduğu günümüzde her kanal bir yarışma programına yer vermek zorunda hissediyor kendini. Yarışmaların her türlüsü yapılıyor. Bize has olanlar da var başka ülkelerden aşırılanlar da. Her şey konulan ödülü almak üzerine kurgulanmış durumda. Oysa ödül artık sadece bir motive aracı, televizyona çıkmış olmak, tanınma fırsatı yakalamak, meşhur olmak ve en önemlisi bu hayat tarzında yer bulmuş olmak çok daha önemli görülmekte.
Son günlerde güce ve yeteneğe dayalı yarışmalar, bilgi gerektiren yarışmalardan çok daha popüler görünmekte. Televizyonların prime time olarak adlandırdıkları en çok izlenme saatleri bu tür yarışma programlarına ayrılmış durumda. Aslında iki tür program var artık; diziler ve yarışmalar.
Geçenlerde “Ben Bilmem Eşim Bilir” adlı yarışmada eşini motive etmek galeyana getirmek için kocasına “beni başkasıyla düşün” diyen yarışmacı yüzünden kanal ceza almış. İzlemediğim için çok mutlu olmuştum. Lakin artık ipin ucu kaçmışa benziyor, aynı kanalda yayınlanan “Şans Kapıda” adlı programda yarışmacı ödüle karşılık sunucunun “neyi takas etmek istersiniz?” sorusuna “eşimi takas etmek istiyorum” cevabını vermesi haberlere düştü yine. İnsanın en hafifi ile “yok artık…” diyesi gelmiyor mu?
Benzerleri de yapıldı hemen başka kanallarda, aynı formatta düzenlenen yarışmalarda buna benzer çok diyalog yaşandığı muhakkak. Genel İzleyici logosu ile yayınlanan bu programların aile yarışmaları olduğu söyleniyor, hangi aileye göre acaba?