Elbette erguvanlardan sonra benim de Üstadımdın sen; Akif ağabey;
Üstelik mevsimsizdi, bizim muhabbetimiz;
Sana olan ünsiyetimiz;
İçimizdeki erguvanları tutuşturup veda etmek var mı be Üstad;
Daha yeni yazmıştın üstelik “Erguvanlar da yanar” diye;
Her zaman ki gibi tam mevsiminde;
Boğazın o eşsiz güzelliğinde;
“Bu yıl 'erguvanlar yanmış'…
İstanbul'un narin ağacı erguvanın yanması ise başka bir mevsim olayı.
Erguvanın çiçeği baharı, yenilenmeyi, yeni bir başlangıcı hatırlatsa da ağacının naifliği de geçiciliği, faniliği imgeler.
Ahşap konakların, evlerin yanı başında biraz da mahzun erguvan… Hayat veren rengiyle dünyaya taparlıktan çok faniliğin estetiğini sergiler.
Hiç ölmeyecek gibi dünyaya meydan okuyan gücün servetin dışavurumu abidelerden çok geçiciliği, estetiği, kanaati hatırlatır.
Geçiciliği hatırlatan güzellik ve onun unutulduğu bir dünya. Tevazu ve basitlikle yükselen bir medeniyetin biçimlendirdiği hayat…
Sadece ahşap evler değil, erguvanlar da yanar. Erguvanları yanan bir Boğaziçi gökdelenlerin gölgesinde durgun sudan başka nedir ki?
Yarınların dünyasına kapı açan bugünün tevazuudur.” Akif EMRE
Yaktın bizi be Üstad;
Kül ettin gönlümüzü;
Tam mevsiminde;
Erguvanların da yandığı ateşte;
O erguvanlar ki, mevsimi geldiğinde, 15 Temmuz Şehitler köprüsünden her geçtiğimde seni hatırlar, “erguvanların da Üstadı” derdim, senden için.
Senin olmadığın bir hayatta yetim kaldılar artık;
Kim yazacak şimdi her mevsimi geldiğinde erguvanları;
Kim yazarsa yazsın;
Ki senden aldığımız kokuyu, yüreklere ferahlık veren esintiyi, iliklerimize kadar hissedebilecek miyiz?
İnşirah bulur mu ki bir daha, şehrin isyanından bunalan sadrımız!
Yok, be Üstad;
Yaktın içimizdeki, yine kendi ellerinle diktiğin erguvanları;
Ve sanki onlarla ahitleşmiş gibi, bir erguvan mevsiminin esintisinde veda ettin bizlere;
Erguvanlar yetim;
Erguvanlar öksüz artık;
Gözlerim arş’a meftun, bekler bir inşikak;
Boğazın gerdanlığı erguvanlara her baktığımda seni görecek ve o esaslı kâdim duruşunu hatırlayacağım;
Sadrımda hissettiğim inşirahı, buruk bir acıya yutkunarak;
Sen bahsetmiştin umuttan;
Hani daha birkaç gün önceki yazında;
“Oysa hayat bulmak, yaşanmaya değer hayatı sunmak iddiasındaydık gençliğimizin o delişmen günlerinde. Bedenimiz fiziğimiz yaşlansa da içimizdeki o delişmen halimizle diri kalmayı başarmıştık.
'Seni öldürmeye gelen sende dirilsin diyen bir özgüvenin diriltici soluğuyla birbirimizin gönüllerini ferahlatıyor, yeşertiyorduk oysa. Ciğerlerimize çektiğimiz hava içten çökertiyor, dışarıya üflediğimiz soluk öldürücü bir zehir gibi solduruyor.”
“Bir çıkış olmalı, yoksa bir sanrı uğruna ruhları bir sam yeli kasıp kavuracak. Polyanna mutluluğu oynamak ne kadar aptalca geliyorsa nihilist bir içe çöküşün karanlık sularında boğulmaya kendimizi, toplumu mahkûm etmek de o derece anlamsız, hatta saçma olacaktı..
Dokunduklarımızı çürüten, işittiklerimizden gördüklerimizden dolayı içimizi, dışımızı karartan her ne varsa ya da neyin var olduğunu düşünüyorsak, bize öyle gelen her ne varsa her şeyi tepetaklak edecek bir silkinişle ölü toprağını üstümüzden atmakla işe başlamalı mesela. Sahte bir hakikat sunan kurguyu sorgulamakla işe başlayabiliriz mesela. Her şeyi yeniden konuşma cesaretini takınarak.”
“Ne ki sahte hakikatlerin kararttığı çevremizde, dört bir yanımızı kuşatan yalancı mutlulukların perdeleyemediği, hayata anlam katan, kendi özümüzü hatırlatan bir ses, bir tebessüm, dokunduğu yerde bereketi yeşerten bir el mutlaka olacaktır.”
“YAZININ DA BİR KADERİ VARDIR”
“Çürümeyen, umudu, yaşamayı, yaşamanın anlamını yitirmeyen, dokunduklarından, seslendiklerinden ötürü bereketi beraberinde getiren inanmış yürekler var olduğunu bilmek umudun kendisidir..” Akif EMRE
Buydu tadı damağımda kalan bendeki son yazın;
Bize, insanlığımıza, derunimize dair;
Veda ettin sonra bizlere;
Kaderinin son yazısını yüreklerimize yazarak;
Buruk erguvan kokusuna sakladığın kelimelerinle;
Sözüm olsun be Üstad;
Mezarının başına bir erguvan da ben dikeceğim ve umudumu diri tutacağım her daim;
Bizleri kardeş kılan Rabbimin, cennetinde buluşturma vaadine…
Buraya kadar olan, senin pek bilinmeyen o naif ve edebi yönüne bir dokunma idi; içten ve derinden…
Kabul buyur be Üstad; yanında götür;
Takdim et Rabbime, bir iltica, hasret, muhabbet bahanesinde…
****
Senin edebi yönünün yanı sıra bir de bilgeliğin, mütefekkirliğin vardı be Üstad;
Doksanlı yıllardan beri kesintisiz takip ettiğim o bilinç yüklü, ufuk açıcı, yol gösterici yazıların, bize mü’mince bir bakışın, Muhammedi bir duruşun, âdemce bir tavrın, esaslı ve ihlâslı bir tasavvurun inşasında rehber nitelikteydi.
Saysan üç-beş kişiyi geçmeyen ahsen/muhsin insanlar arsında sen başı çekerdin;
Hele ki benim için, Bilge Kral Aliya’dan sonra gelirdin;
Aliya yazılarının derinliğinde bulurdum seni, bilgeliğini;
Bu kıyaslamamı abartılı bulanlar olacaktır; olsun…
Eminim onlar seni tanısalardı, okusalardı yazılarını istikrarlı bir şekilde ve yapsalardı bir bilgenin fikri takibini, mutlaka beni anlarlardı.
Senin hayata dair özlü dokunuşlarında, tasavvurumuzu Müslümanca inşa etmenin anahtarlarını bulurduk.
O anahtarlarla açardık, bulunduğumuz ortamın cennete çevirebileceğimiz kapılarını.
Bizim için hep yol gösterici olacak be Üstad;
Kanayan ümmet coğrafyasına ve insanlığa reçete olabilecek, ufuk açıcı, hayatı okuma biçimin…
Hesapsız, hiçbir çıkar gözetmeyen,
Hayatı okuması, hissi ve bağiden uzak insan;
Müslümanca duruşunu, samimiyetle besleyen;
Adalette kıstası Kuran olan;
Bilge Müteffekkir;
Müşahhas kişilik;
Bekle bizi de;
Elbet bir gün,
Sarp yokuşun, tozlu yollarından geçer;
Biz de geliriz;
Hızla çıktığımız şu dünya basamaklarından;
Gün gelir ağır ağır;
Biz de ineriz;
Rahmeti Rahman’a emanet ol Üstadım…
öğrencin hakan çandır / vakit; erguvan / 2017