Geçtiğimiz hafta bir gazetenin Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları arasında çıkan “Dinî Kavramlar Sözlüğü”nde yer alan“Bulûğ” maddesiyle ilgili yaptığı haber kamuoyunu meşgul etmeye devam ediyor.
Haber, doğru ve yanlışa ihtimali olan her şeydir, diye tanımlanır. Geçmişte ve günümüzde maalesef bazı basın-yayın organlarının en çok ihlal ettiği alan, sorumlu gazetecilik alanında olmuştur. Bunun yol açtığı toplumsal depremler neticesinde şahıs ve kurumlar büyük acılar yaşamıştır. Bu konuda milletinin değerlerine saygılı bir gazetenin takip etmesi gereken kurallar şu ayette anlatılanlar gibi olmalıdır: “Ey iman edenler! Size bir fasık, bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” (Hucurat 49/6).
Görüldüğü gibi bu ayette doğrudan, araştırmaya dayalı güvenilir, doğru ve müdellel bir habercilik tavsiye edilmektedir. Dolayısıyla, bugün sorumlu gazetecilik dediğimiz zaman her türlü yalandan, dolandan, karalama, iftira etme gibi İslam’ın yasakladığı ahlak ve etik dışı işlerden kaçınmak akla gelmelidir. Bunun için bu toprağın ruhuna, medeniyet köklerine bağlı, milletiyle doku beraberliği olan, ahlak ilkelerine uymayı erdem olarak gören gazetelere ve gazetecilere büyük ihtiyaç vardır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’na yapılan saldırının arkasında asıl mesele nedir?
Kısaca, Müftülerimize verilen nikâh kıyma yetkisidir. Diyanet kapatılsın yaygaraları yapanlar, keşke en laik Avrupa ülkelerine gitsinler nikâhlar nerede kıyılıyor? Bunun bir araştırmasını yapsalar.Eminin yaptıklarına pişman olacaklardır. Niçin? Çünkü ABD ve Avrupa ülkelerinde nikâh kiliselerde kıyılmaktadır. Kaldı ki Türkiye’de nikâh kıydırmak isteyen bir kimse, özgür iradesiyle ya belediye nikâh memuruna ya da müftülüğe gider.Müftülere nikâh kıyma yetkisi verilmekle uzun zamandan beri vatandaşın kafasında devam eden ikileme dayalı bir sorun hükumet tarafından giderilmiş oldu.
Umarım, Diyanet üzerinden yapılan bu saldırıların hedefi,hükumet değildir.
Milletimizin birliğinin teminatı olan Diyanet İşleri Başkanlığına yapılan bu saldırı, inek altında buzağı arama siyasetidir. DİB her platformda, 1917 yılında yapılan Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi de yer alan evlenme ehliyeti için erkeklerin ve kızların 18 yaşını bitirmelerini şart koştuğu fetvaya katıldığını haykırmaktadır. Üstelik de bundan altı sene önce Din İşleri Yüksek Kurulu’muz benim de içinde olduğum dönemde “küçüklerin evlendirilmesiyle” ilgili evlenme ehliyeti için hem kızlarda ve hem de erkeklerde 18 yaş uygulamasının geçerli olması gerektiğini resmi bir karar olarak ilan etmiştir. DİB bununla da yetinmemiş özellikle il müftüleri seminerlerinin sonuç bildirgelerinde, “bazı yörelerimizde genç kızlarımızın çocuk sayılabilecek kadar erken yaşlarda zorla evlendirildiği ve bu uygulamanın dine dayandırılmaya çalışıldığı esefle müşahede edilmektedir. Bu yaklaşımın ilmî ve dinî bir temeli yoktur” şeklinde kamuoyuna açıklamalarda bulunmuştur.
Özetle, Dini Kavramlar Sözlüğünde yer alan bulûğ çağı ile ilgili telaffuz edilen yaş, dini mükellefiyetin başladığı dönemi ifade etmek içindir. Oradan evlilik yaşı çıkarılamaz. Bütün bunlara rağmen hala bu ülkede gayr-ı kanuni olarak küçüklerin evlendirilmesine devam ediliyorsa, bunun faturası Diyanet İşleri Başkanlığına kesilemez. Ülkemizin etrafının ateş çemberi olduğu, milletimizin birlik ve beraberliği daha fazla muhtaç bulunduğu bir dönemde her sorumlu vatandaş kullandığı dilde, dini kurumlarımıza, kardeşliğe halel getirecek iddia, ifade ve söylemlerden uzak durmalı, özellikle siyasetçiler, yazarlar, gazeteciler, sosyal medya, akademisyenler, karar verici konumunda bulunan herkes, sorumluluk bilinciyle hareket etmelidirler.