Engelliye anormal yaklaşımlar ve bir damla gözyaşı

Ömer Tokgöz

Engelliler Günü olarak kabul edilen 3 Aralık tarihi, engellilerin hakları, kazanımları ve yaşam standartlarının geliştirilmesi açısından önemli bir gündür. Esasen engelli bireyleri sadece bir günle hatırlamayıp 365 gün bu konuyu ele almamız ve daha yeni çözümleri nasıl üretiriz fikrini aramamız gerekiyor.

Engelli insanların yaşadıkları sorunlar sadece kendilerinin değil; ailelerinin, çevrenin, toplumun, kısacası tüm insanların ortak sorunudur. Bir insanın engelli olmasının getirdiği dezavantajları aşabilmesini sağlamalı ve onun diğer insanlar gibi eşit bir şekilde yaşayabilmesini sağlamalıyız. Engelli bireyin tüm sıkıntı ve zorluklara rağmen başarılı olması için yaşama sevincini ise hiçbir şekilde kaybetmemesi gerekmektedir.

Engellilerin normal bir hayat sürmeleri ancak toplumsal duyarlılık oluşturmakla mümkündür. Bir engelli çocuk ebeveyni olarak tüm yüreğimle aynı kanaatindeyim. Engellilerin topluma entegrasyonu için tıbbi, mesleki, sosyal rehabilitasyon süreçlerinde yetişkin ve çalışabilir durumda olanlar için en önemli kurumlardan biri olan İİBK/İŞKUR’ da 1989 yılından itibaren iş başı yaptığım “Sakatlar ve Eski Hükümlüler” servisinde yüzlerce engelli ile kurduğum iletişimi bir not olarak ileteyim. Yani hariçten gazel okumuyoruz.

whatsapp-gorsel-2025-02-23-saat-17-00-41-53c46f64.jpg

İş ve İşçi Bulma Kurumu reorganizasyon çalışmaları kapsamında yurt dışında seminer aldığımı, Taylorist bir yapılanma ile izole edilmiş engelli iş arayanları normal işçiler ile aynı düzeyde ele alan entegre istihdam ofisi çalışmalarını ilk tasarlayan bir memur olduğumu, engelli profillerini tıbbi eksende ayrıştırıp bilgisayara aktarılmasını önerdiğimi/uyguladığımı da ikinci bir parantez notu olarak ekleyeyim.

Yüzeysel bakış açıları ile bezeli demeçler, herkes bir engelli adayıdır, cici engelli vb. fasa fiso yaklaşımlar içeren çakma etkinlikler engelliye hiçbir şey sağlamayan adımlardır. Yaşanan tüm trajedileri ıskalayan, sosyal dışlanmışlıkları göz ardı eden bu tür yüzeysel davranışları ve engellilere anormal yaklaşım içeren tutumları kınıyorum.!

Engellilik kutlanacak bir şey değildir.

Sakat, özürlü, engelli, disable, dezavantajlı, özel birey vs. vs. demek neyi değiştirmiştir. Engelli demek doğuştan/doğumla travma sonucu veya sonradan her türlü kaza sonucu ortaya çıkan sağlık sorunları ve oluşan anomali sonucu görsel imaj bozukluğuna maruz kalan insan demektir. Üstelik toplum içine çıktığında toplumsal uyum bozukluğu yaşayan kişi ve ailesidir. Esas dert çeken önce bunu iliklerine kadar hisseden anne ve çocuğudur ve babasıdır.

Engelli olmak toplumun normal kabul ettiği neyse onun dışında kalan kişinin ve ebeveyninin dışlanmışlığıdır. Okul çağına geldiğinde engelli diye okula kayıt etmeyen okul yöneticileri ile muhatap olmaktır. Engelliler için uygulama ve uyum sınıfının olmadığı 1990’lı yılların ikinci yarısından bu günlere geldiğimizi unutmayalım. Sorunu aşmak için Ankara Sincan ilçesinden kalkıp Çankaya Rehberlik Araştırma merkezine çocuğunu götürüp zihinsel açıdan normal ve normal sınıfta okumasına engel yoktur raporu ile ilkokula kayıt yaptırabilen bir baba olarak bir hafta banliyö treni ile tek elini kullanabilen ve aksayarak yürüyen ortopedik engelli canım oğlumla gidip gelmek demektir. Sınıfta ayrımcılığa uğramasın diye sınıf öğretmeni ile konuşmanın trajedisi ve dramını yaşamaktır.

Numaradan bir günlüğüne engelli erkek bireye askerlik yaptırmak veya dalga geçerek hiç evlenemeyecek bir kız çocuğuna gelinlik giydirmek sakil bir anlayıştır. Üstelik toplumda geçerli olan bir cinsiyetçi bakış açısı ve gerçek erkek askerlik yapandır ve gerçek kadın gelin olup evlenendir demek engelliyi kategorize etmenin ve aşağılamanın bir başka örneğidir.

Bebeklikten ergenliğe, yetişkin bir insan olana kadar fiziksel görünüm ve hareket kısıtlılıkları, zihinsel ve potansiyel yetersizlikler yaşayan bireyin agora da kendini yalnız ve acınan ve küçümser bakışlar altında hissetmesi de bir başka acı realitedir.

Üstelik engelliye ve ebeveynine iki de bir kader ve sınav diyerek zaten sorunlardan beli bükülmüş kişi ve ailesine mecburiyetleri dikte etmek ne demektir. Haklı olarak niye ben hep sınavdayım ve kadere razı olayım arkadaş, gel yer değiştirelim bir empati yapalım dese ne diyeceksiniz.

Engelli ve ailesine evlilik yönünde fikir beyan edince davul bile dengi dengine diyerek sakat kişi başka bir sakat kişi ile evlensin diyenler ne kadar masumdur sizce? Uzağa gitmeye gerek yok başta ebeveynler olmak üzere yakın çevredekiler, akrabalar ve mahalleli ne günah işlediniz de böyle oldu diyen yerleşik sığ düşünceleri dile getirmezler mi?

Hayat nedir denildiği zaman ise cevap: bir damla gözyaşı.!

Ya size ve çocuğunuza bakarken yüzlere yansıyan ancak içten içe iyi ki bu sakatlık piyangosu bize vurmadı bakışlarını yaşaya yaşaya hissetmeye ne dersiniz? Bu örselenme ile engelli ve ailesine bir tür Quasimodo farkındalığı yaşatılması ise esas sorundur. İşte bu yüzden bir engelli ve ailesi için hayat bir dramdır.

Oysa yapılması gereken kadere ve sınav dikotomisine sığınmak değil engelli bireyi hayata hazırlamak, tıbbi rehabilitasyon vermek, aile danışmanlığı yapmaktır. Sosyal anlamda topluma entegre etmek ve normal bireyden geri kalan tüm alanlarda desteklemek, hareket esnekliğini kazandırmak ve öz yaşam becerilerini kullanmasını sağlamaktır.

Kendi kulvarında yapabildikleri ve "başka dünyanın insanları" olarak toplumun saygın bir ferdi ve emeği ile kendi ayakları üstünde durabilen her insan gibi engellileri de bu direnişlerinde desteklemek gerek. Birebir naif duyarlılıklarına bire bir şahit olmak gerek, yapamadıklarına bakarak ister istemez keder ve giryana boğulan dertli yürek annelere sahici bir empati ile yaklaşmak ve engellinin tıbbi, sosyal, mesleki rehabilitasyonunu önceleyerek istihdamı da içine alan ve top yekûn hayat kavgası içinde güçlenmesini sağlamak gerek.

Yoksa bu acımasız rekabetçi ve kapitalist dünyada engelli bireyin kendisi ve ötekiler ile rekabete girmesini ummak ve adeta arenada yem yapılan köle savaşçılar, gladyatörler gibi güya serbest piyasa ekonomisinde işçi olarak düşe kalka tutunmasını beklemek ya da adeta aslanlarla çarpışmasını salık vererek bir yere varılmaz.

Özel sektör ve kamuda yaratılan iş olanakları neredeyse ana kütlenin 1/10' i kadar, gerisi komple işsiz, mesleksiz, sosyal güvenliksiz ve olursa evde bakım, ancak hayatta kalabileceği 3 ayda bir yardım maaşlarına ve sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı desteklerine muhtaç kalmak zorunda.! Bunlar kötü mü? değil ama daha yapılacak çok iş, değiştirilmesi gereken birçok zihinsel paradigma ve entegre hizmetler setine ihtiyaç var.! Kendisiyle, engeliyle ve dünya ile barışık günlerde buluşmak dileğiyle herkese selam olsun.