1992 yılından bu yana 30 yıldır 3 Aralık günü Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Engelliler Günü olarak kabul edilmiştir ve Uluslararası bir gün olarak Birleşmiş Milletlere üye ülkeler tarafından kutlanılmaktadır! Her yıl 3 Aralık: "Engel fizikte, değil yürektedir.", "En büyük engel, sevgisizliktir.", "Sevgi engel tanımaz!", "Zihinlerimizdeki engelleri yıkalım, engelsiz yaşam mümkündür.", "Yeter ki gönüllerde engel olmasın." türü beylik cümlelerin kurulduğu, kopyala yapıştır mesajların paylaşıldığı bir gün olarak icra edilir.
22 Haziran 2020 yılında yazmış olduğum, "Kimlerin gününü, niçin kutluyoruz?" başlıklı yazımda bir güne hasredilerek insanlığın bilgisi ve algısı bir konuya çekiliyorsa, bir gün nazara verilerek insanlığın ilgisi/algısı hapsediliyorsa, bugünü çıkaranlar ilan edenler ve kutlamasında öncülük edenlerin bu konularda en fazla hatası, suistimali olup, kendi ayıplarını, suçlarını örtmek ve bir anlamda göz boyamak için böyle bir günü kutladıklarını ve icat ettiklerini ifade etmiştim. İşte 3 Aralık'ta kutlanılan Dünya Engelliler Günü böyle bir göz boyamanın, algı operasyonunun yapıldığı bir gündür. Dünya Sağlık Örgütü verirlerine göre dünya genelindeki engelli sayısının bir milyarı aştığı (1.080.000.000) ve dünya nüfusunun yaklaşık %15'inin enegelli bireylerden oluştuğu ifade ediliyor. Her yıl 3 Aralık gününde yapılan programlarda nedense; "engellilerin istihdama katılımı", "kamu yardımları", "yoksulluk ve sosyal dışlanmışlık", "engellilerin eğitimi" gibi sonuç odaklı konular gündeme getiriliyor. Hiç kimse, "Neden dünya üzerindeki engelli bireylerin sayısı katlanarak artıyor? sorusunu sormuyor ve cevabını aramıyor. Petrol, para, sömürgecilik ve siyasi güç gösterileri uğruna veya sırf icat edilmiş silahları ve silah sistemlerini denemek, dünyayı tek elden yönetip tekelleştirmek için dünyayı, insanlığı savaşa sürükleyenlerin bu sayıların artmasındaki rolü, sorumluluğu hiçbir zaman gündeme gelmiyor.
Son yüzyirmi yılda dünya üzerinde yapılan savaşlar, terörist faaliyetler, engelli bireylerin sayısının katlanarak artmasında çok ciddi rol oynamıştır. Savaşlarda daha ziyade can kayıpları üzerine odaklanıldığı için, savaş neticesinde engelli durumuna düşen sivil ve askerler hep ikinci planda kalmakta ya da göz ardı edilmektedir. Aynı zamanda terörizm, iç savaş, ayaklanmalar, isyanlarda birçok insanın engelli kalmasına sebep olan unsurlardır. Tıbbî, ziraî, kimyasal ilaçların, ambalajlı gıdalardaki katkıların engelli doğumlarının artmasındaki etkisi ve rolü hiç gündeme dahi gelmemektedir.
1900'lü yılların başından bugüne -1929'dan 1940'a kadar süren 10-11 yıllık büyük buhran dönemini saymaz isek- "hiçbir ABD devlet başkanı dönemi, savaşsız geçmemiştir!" diyebiliriz. Özellikle nükleer, kimyasal ve biyolojik silahların artımı ve kullanılması hem savaşlardaki ölüm oranlarının, hayatını kaybedenlerin sayısını hem de yaralananların, engelli kalanların sayısını katlayarak artırmıştır. II.Dünya Savaşı'nda Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan atom bombaları yüz binlerce Japon'un hayatını kaybetmesine sebep olduğu gibi yarım milyondan fazla insanın da engelli olmasına sebep olmuştur. Hatta yüksek radyasyona maruz kalan insanların bir veya iki kuşak sonraki çocukları ve torunlarının dahi engelli doğmasına sebep olmuştur. Aynı şekilde Vietnam Savaşı'nda ABD güçlerinin kullandığı "turuncu madde" (agent orange) aradan geçen yaklaşık elli küsur yıla rağmen bugün bile insanların engelli olarak doğmasına neden olmaya devam etmektedir. Özgürlük veya demokrasi getirme bahanesiyle, terörizmi engelleme bahanesiyle, başta ABD olmak üzere BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesinin bizzat taraf olduğu, müdahalede bulunduğu, savaş ilan ederek işgal ettiği Irak, Afganistan, Libya, Ukrayna, Vietnam, Yemen, Filistin, İrlanda, Kore, Küba, Cezayir, Falkland Adaları, Bosna ve daha nice coğrafyalarda yine milyonlarca insan hayatını kaybetmiş ve engelli kalmıştır. BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi olan ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa'nın askeri ve istihbarat servislerinin perde arkasından bizzat provokatörlük yaparak sebep olduğu savaşlar, sömürülmeye hedef ülkelerdeki terörize faaliyetler, iç savaşlar ve isyanlar neticesinde yine milyonlarca insan hayatını kaybettiği gibi hayatını kaybedenlerin iki üç katı sayıdaki insan da engelli kalmıştır.
İnsanlığa savaş, kaos, kan ve gözyaşından başka bir şey getirmeyen bu beş ülke ne tuhaftır ki 3 Aralık gününü son 30 yıldır dünya ülkelerine "Engelliler Günü!" olarak kutlattırıyorlar. Bu kutlamalar bir günah çıkarma operasyonundan daha ziyade, vahşi batının: "güçlüler ve belalılar, yargılanamaz, sorgulanamaz ve avutmaya, aldatmaya devam ederler" anlayışının dışa vurumudur. Bugün bile bu beş ülke gelişmekte olan ya da geri kalmış ülkelerde yapmış oldukları müdahaleler, provokasyonlar, biyolojik ve tıbbi deneylerle engelli sayısını katlamaya devam etmektedirler. Afrika'nın, uzak doğunun, zayıf ve güçsüz ülkelerinin halkları kobay gibi kullanılmaktadır.
Sebebleri ortadan kaldırmadan sadece sonuçları konuşmak çözüm değildir. Kendisinden başka insanlara, diğer ırklara hayat şansı tanımayan, kendi ırkından, düşüncesinden, inancından olmayanları değersiz birer kobay olarak gören bu şeytani anlayış, dünya üzerindeki ölümlerin, yaralanmaların ve engelli kalmaların bir numaralı failidir. Evanjelistist-Siyonist çeteler kendi çıkarları uğruna topyekün insanlığı felakete sürüklemekten çekinmemektedir. 3 Aralık tarihini, engelli bireylere çiçek verip, hediye verip, alkışlamanın ötesinde; "Neden dünyadaki engelli birey sayısı katlanarak artmaktadır?", "Neden yüz yıl önce olmayan engelli doğumlar, bugün yüksek oranlarda gerçekleşmektedir?" sorularını, yüksek sesle sorup ve cevabını yüksek sesle verip, failler karşısında da onurlu bir tavır sergileyip, dik durduğumuz ölçüde bugün 3 Aralık tarihinin bir anlamı olacaktır. Yoksa "tavşana bak!" cambazlığı, içerisinde hokkabazlar gözümüzü boyayarak, gerçekleri görmemizi engellenmeye devam edecektir. Gözümüz gördüğü halde, gerçekleri, sebepleri ve hadiselerin perde arkasını gör(e)memek te esas/hakiki engellilik durumudur. Şayet şimdi gözümüzü açmaz isek ve gerçek failleri görüp göstermez isek, yarın bir gün şikayetlenmeye de hakkımız olmayacaktır.
Sorumluluğu kadere yükleyerek, yaratıcıyı suçlu ilan etmek, insanın kendi mükellefiyetinden kaçmasıdır. Bilmem anlatabildim mi?