Geçtiğimiz günlerde mütedeyyin bir ailenin çocuğu olduğunu söyleyen, ailesinin baskısı ile dindar olmaya zorlandığını belirten, üniversite sınavında Tıp Fakültesini kazanarak okumaya başlayan fakat Tıpta okumanın zor olduğunu, doktor olmayı asistan ağabeylerinin tavsiye etmediğini, bundan dolayı geleceğinden endişe ettiğini, ailesinin zoruyla kaldığı cemaat yurdunda da yeterince ders çalışamadığını, üç yıldır da Müslüman olmadığını söyleyerek 5 Aralık 2021 tarihinde gece saat 04:00 sularında intihar eden Enes Kara, sosyal medyanın gündemine oturdu.
İntihar etmeden önce, on dakikalık bir video yayınlayıp ardından canına kıyan Enes Kara üzerinden, İslam’a ve Müslümanlara içlerindeki kini kusan gürûh, sosyal medya üzerinden hemen taarruza geçti. Maksatları, insanları intihara sürükleyen nedenlerin tespiti ve intihar olaylarının önlenmesi konusunda, başta aileye ve arkasından devlete düşen görevlerin neler olması gerektiği değil, onu ideolojilerine malzeme yapmaktır, intihar eden bir genç üzerinden mukaddeslere saldırmaktır. Maksatları üzüm yemek değil, bağcı dövmek olan karaktersizler, hep bunu yaparlar.
Bir gencin intihar durumundan vazife çıkarıp buradan siyasî ve ideolojik rant devşirmek; saygısızlıktır, âdiliktir, alçaklıktır. Maalesef bu rezil tutum, sosyal medya bataklığında mebzul bir şekilde ortaya konmuştur.
Öncelikle bu aileye baş sağlığı diliyorum. Evlat acısının ne olduğunu bilmeyen idrak yoksunları bu aileyi anlayamazlar. Zaten bu onların umurunda da değildir. Onları ilgilendiren, “Bu intihar olayını nasıl siyasî menfaatimize tahvil edebiliriz”dir.
Video ile ilgili yorumları okuduğunuz zaman bunu görebiliyorsunuz. Mesela hepinizin yakından tanıdığı, CHP’den Milletvekili iken 2016’da ihraç edilip 2019’da tekrar partiye kabul edilen Aylin Nazlıaka, attığı twette; “Gençleri cemaat yurdunda kalmaya mahkûm eden, geleceklerini çalan bu düzen yüzünden, henüz 20 yaşındaki Enes Kara “yaşama sevincimi kaybettim” diyerek intihar etti. Bu bir intihar değil cinayet. Gençlerimizi ölüme sürükleyen bu düzeni ilk seçimlerden sonra değiştireceğiz” buyurmuşlar!!!
Diyene bakar mısınız? Mensubu bulunduğu parti 1950’lere kadar “Sen şapka giymiyorsun, sen Kur’an öğretiyorsun, sen yapılan devrimlere karşı geliyorsun” diyerek masum binlerce Müslümanın canına kıyan, hatta 27 Mayıs 1960’ta kurduğu darağacında Başbakan bile asan bir partinin uzantısı “yapılan ilk seçimlerde gençleri ölüme götüren bu düzeni” değiştireceklermiş. Breh breh breh. Hani halk muhayyilesinin hikmetli sözlerinden birinde “Azrail oğlan dağıtıyormuş” dediklerinde “Benim oğlumu almasın da onun verdiği oğlanı istemiyorum” demiş ya, Aylin’in dediği de onun gibi bir şey… Allah bir daha onlara iktidar yüzü göstermesin. Geçmişte yaptıkları, iktidar olunca yapacaklarının delilidir. Vitrine çıkıp “Biz inançlara saygılıyız, 28 Şubatta başörtüsü mağduru olanlarla helalleşeceğiz” dedikleri tuzak sözlerine bakmayın. Müslümanlara ve İslam’a olan içlerindeki kinleri zaman zaman Özgür Özel’in dilinden “Diyanet, okul öncesi 4-6 yaş grubuna Ortaçağ karanlığı bilgileri veriyor” şeklinde dökülürken, Bülent Kuşoğlu’nun dilinden de “Dindarlar, Kurtuluş savaşına katılmamıştır” şeklinde dökülüyor.
Bu partiye yakınlığı ile bilinen Eğitim-Sen, Kırıkkale Müftülüğünce uygulanan her Pazar “Sabah Namazı Buluşmasını” laikliğe aykırı bulup durdurulması için mahkemeye başvurmuştur. KYK yurtlarında verilen dini sohbetlerin de aynı gerekçe ile sonlandırılmasını mahkemeden talep etmişlerdir.
Bütün bu olup bitenlere de başta CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve bütün parti mensuplarının gıkı çıkmıyor. Aksine “Sükût ikrardan gelir” kaidesi gereğince, susarak destek veriyorlar. Onun için bunları ciddiye alarak sözlerine değer vermeyi bir tarafa bırakıp intihar olayları ile ilgili sağlıklı tespit ve tedavi yöntemleri ortaya koymak da izahtan varestedir.
Yapılan araştırmalara göre ailevî problemler, iş hayatında başarısızlık, ekonomik sorunlar, ağır hastalıklar, psikolojik problemler ve duygusal ilişkilerde yaşanılan bazı olumsuzluklar intihar teşebbüslerine sebep gösterilmektedir.
Bu tür bunalımlı durumlara düşmekten korunmanın elbette yolları vardır. Bunlardan biri, manevi destektir. İnsan, beden ve ruhtan meydana gelmiştir. Her ikisine de gereken önem verilmelidir. Beden sağlığı kadar, ruhumuz da manevî gıdalara muhtaçtır. İhtiyacımız olan manevî gıdalardan en gereklisi ise her durumda kendisine sığınılabilecek Yüce Allah’a inanmak, O’na dayanmak ve O’na güvenmektir.
İkincisi de; kader inancına sahip olmaktır. İnanan insanlar için kader; fırtınaya tutulmuş geminin sığındığı bir liman gibidir. Mü’min bilir ki, gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımı başlar. “Bittim” diyen kula, “yettim” diyen Allah vardır. Karıncaların sesini duyan, elbette gönüllerin feryadını da duyar. Yeter ki insan Allah’ın her zaman yanında ve yardımında olduğunun farkında olsun. “Âmene bi’l kader, emine min el-keder: Kadere inanan, kederden emin olur.”
Müslüman inanır ki, başımıza gelenlerin bir kısmı “kendi yapıp ettiklerimizdendir.” Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur: “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.” (42/Şûra:30).
Başımıza gelenlerin bir kısmı da sabredip etmemekle ilgili olarak kulluğumuzun derecesini ölçmek için Rabbimizin bize, imtihan amacıyla verdiği musibetlerdir. Bu konuda da şöyle buyurur: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (2/Bakara:155).
Bütün bunlara inanan hakikî Mü’min, gelecek endişesiyle bunalıma girmez. Kul olarak üzerine düşeni yapar, kapasitesi oranında performansını ortaya kor, sonucu da Allah’a havale eder. Bütün bu tedbirlere rağmen sıkıntıya düşecek olursa, “Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Evet, o zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” (84/İnşirah:5-6) ayetini hatırlayarak teselli bulur. Ve inanır ki Allah, dar boğazlardan geçirir ama sonunda sahil-i selamete çıkarır. İşte gerçek iman, insanı böyle güçlü kılar. Mümin, hayatı Allah’la ve Allah’lı yaşar.
Türkiye’de cemaat yurtlarında ve ailelerde yanlışlar mutlaka vardır. Cemaat yurtları kendi hocalarının kitaplarını okutmanın gayreti ile özellikle tıp öğrencisinin zamanından çalıyorsa yanlış yapıyordur. Gönüle girmeden bunlar yapılırsa sıkıntı ve stres doğurur. Aileler de İslam’ı sevdirerek vermelidir. Bu da dört yaşından itibaren, kendi yaşantısıyla örnek olarak ve sevdirerek yapıldığında o çocuk, ergenlik döneminde Allah’a kul olmanın hazzını mutlaka yaşayacaktır. Zamanında çocuğumuza ekilmesi gerekenleri ekip, sökülüp atılması gerekenleri de söküp atmazsak birçok sorun yaşarız. Unutmayalım ki, Allah’a kul olmayanlar, nefis ve arzularının kuludur. Bu ikisinin dışında başka alternatif yoktur. Avrupa bunu özgürlük diye yutturuyor. Bunun adı özgürlük değil nefsani arzulara tutsaklıktır.
Batılı hayat tarzına inananlar eğer kurtuluş ve huzuru, dinden uzaklaşarak maddi refaha erişmekte buluyorlarsa yanılıyorlar. Üç yıl görevli olarak ve oturumlu kaldığım Hollanda devleti, sosyal bir devlettir, seni aç ve açık bırakmaz. Ama ateizm burada zirve yapmıştır. Hollanda Merkezi İstatistik Bürosu (CBS)’in açıklamış olduğu verilere göre 17 milyon 500 bin kişilik ülke nüfusunun, 2012 yılında %46,2’si ateist iken bu oran yedi yıl sonra sekiz puan artarak 2019 yılında %54.1’e ulaşmıştır. Yani Hollanda nüfusunun %54,1’lik çoğunluğu kendilerini ateist olarak niteleyerek hiçbir inanca ait olmadıklarını belirtmişlerdir. İşte bu sosyal devlette yine Hollanda İstatistik kurumunun araştırmasına göre günde beş kişi intihar etmektedir. 2020 yılında toplam 1825 kişi intihar etmiştir. Nüfusuna göre bu rakam hayli kabarıktır.
Dolayısıyla ezelî İslam düşmanı bilumum laik, Kemalist, ateist, deist ve materyalist gürûh, Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya yeltenmesin. Üzüm yemeyi bırakıp bağcı dövmeye kalkışmasın. Kanserli hasta, yatağı değiştirilerek ve pansuman yapılarak tedavi edilmez. Kandaki mikrobu tespit etmek gerekir. İntiharın mikrobu, Allah’la ve Allah’lı hayattan uzak kalmaktır. Hayata tutturan güçlü bir imandan yoksun olmaktır. Böyle bir imanı, severek insanımıza ve özellikle gençliğimize benimsetememektir. Bunda ailenin de, okulun da, çevrenin de, devletin de ihmal ve kusurları vardır. Güçlü imanı olmayan, Mekke’de de yaşasa, sıkıntı ve ümitsizliğe düşünce intihar edebilir.