ENERJİ VE JEOPOLİTİĞİMİZ

Atanur Pala

Her ne kadar son beş yıldır dünya bir kriz yaşıyor ve gelişmiş ekonomiler küçülüyorsa da, nüfusun ve refah seviyesinin artmaya devam etmesi ve yüksek teknolojinin hayatın bütün alanlarında etkinliğini arttırıyor olması enerjiyi insanlığın ana meselesi haline getirmektedir. O kadar ki, siyasetin dış politikanın, coğrafyaların önem derecesinin ana belirleyicisi artık enerjidir. Artık, ancak enerji kaynağı olan coğrafyanın jeopolitiğinden söz edebiliyoruz. Dün, bütün semavi dinlerin doğduğu bölge olduğu için, bereketli hilali ve en önemli su yollarını barındırdığı için dünyanın merkezi sayılan Ortadoğu, bugün de dünya’nın ispatlanmış enerji potansiyelinin %70’ine sahip olduğu için jeopolitik. Bu nedenle Amerika Atlantik, Çin Pasifik ötesinden, Avrupa ise yaşlı kıtadan uzanıp hakimiyet kurma çabasındalar. Yaşadığımız iki büyük dünya savaşında da Ortadoğu’da dengeler ve haritalar değişti ve yakın zamanda enerji üretim teknolojisinde köklü bir paradigma değişikliği olmazsa, çıkacak muhtemel bir üçüncü dünya savaşının ana sebebi de korkarız yine enerji olacak. Zira tarih boyunca emperyal güç olmanın ön şartı Ortadoğuya hakim olmaktır ve bu tarihi gerçeklik de altında barındırdığı olağanüstü enerji kaynakları nedeniyle asla değişmeyecek. Son on yıldır hızlı bir büyüme trendi yakalayan ve gerçekleştirmekte olduğu zihniyet değişimi ile de her alanda istikrarı yakalayan ülkemizin, bu değişim ve büyüme çabasının altında, tarihsel mirasından aldığı destekle belirlediği tekrar emperyal güç olma ve tekrar sahne alma hedefinin yattığını söyleyebiliriz. Coğrafyamız, jeopolitiğimiz, tarihsel arka planımız emperyal güç olmayı zorunlu kılan belirleyiciler. Zira bu coğrafyada iddiası olmayanın geleceğinin de olmayacağını biliyoruz. İddia sahibi isek geleceği de doğru okumak durumundayız. Bilgi ve teknoloji ile birlikte enerjide en azından kendi kendine yeten bir ülke seviyesine ulaşmak, geleceğimizi teminat altına almak ve bir güç olarak tekrar sahne almak için olmazsa olmaz bir şart. Resmi raporlar ülkemizde yeteri kadar tarama yapılma dığını ortaya koyuyor. Denizlerimizin %1’ini, topraklarımızın ise ancak % 20’sini tarayabilmiş durumdayız.Ülkemizde petrol ve doğalgaz var mı, henüz tam olarak bilmiyoruz. Ancak jeotermal kaynaklarda dünya’da yedinci, Avrupa’da birinci olduğumuzu, yenilenebilir enerji kaynakları açısından (rüzgar ve güneş ) 48.000 MW potansiyelimizin olduğunu, linyit kaynağımızın henüz üçte ikisinin toprak altında olduğunu ve her yıl enerji ihtiyacımızın %74’ünü ithal edip, cari açığa katlandığımızı ve bu açığı kapatabilmek için de küresel sermayeye yüksek faiz ödemek durumunda kaldığımızı iyi biliyoruz. Gelişmiş ülkelerin vitesi küçültmek durumunda kaldıkları bu dönemde, ülke olarak fırsatı iyi değerlendirdiğimiz ve hızlı bir kalkınma sürecine girdiğimiz için, 2002 sonrasında dünya’da Çin’den sonra en fazla enerji ihtiyacı artan ikinci ülke konumuna geldik. Kalkınma hızımız arttıkça enerji ihtiyacımız doğaldır ki, daha da artacak. Ülke olarak kalkınmayı sürdürebilir kılmak için sürdürülebilir, çok boyutlu ve alternatifler içeren bir enerji

stratejisine ihtiyacımız var. Mevcut enerji potansiyelimizin, kullanılabilir hale ge tirdiğimiz takdirde bizi geleceğe taşıyacağına inanıyoruz.