Algı, duyusal bilginin alınması, yorumlanması, seçilmesi ve düzenlenmesi mânâsına geliyor. Algı, duyu organlarının fiziksel uyarılması neticesinde meydana gelen sinir sistemindeki sinyallerden oluşuyor. Algı Yönetimi ilk kez Amerika savunma departmanı tarafından tanımlanmıştır. Tanımlama şu şekilde yapılmıştır. İstihbarat sistemlerini ve liderlerin resmi tahminleri, dış ilişkileri ve resmi eylemlerini, etkilemenin yanında, toplumların duygularını, motivasyonlarını etkilemek amacıyla yapılan yayınlar ya da seçilen bilgileri, göstergeleri inkar etme eylemidir.
Bu tanımlama bize gösteriyor ki bugün dünya üzerinde politikaları belirleyen veya hakim egemen güçlerin, dünya halkları üzerinde tahakküm edebilmesi adına kurtların kuzu, kuzuların kurt gösterilmesi hadisesi gerçekleştiriliyor. Yakın tarihten başlamak suretiyle, günümüze geldiğimizde; özellikle egemen güçler, sömürmeyi düşündüğü coğrafyalarda yaşayan insanların sinir uçlarıyla oynayarak ve gerçeği saklayıp, yalanı gerçek gibi göstererek, psikolojik manada sömürülmeye hazır hale getiriyor. Bugün algı yönetimi dediğimiz silah, dünyanın en güçlü kitle imha silahlarından daha tehlikeli gözüküyor. Çünkü her türlü konvensiyonel, kimyasal ve biyolojik silahın kullanımı algı yönetimi sayesinde meşru hale gelebiliyor. En haklı davanızda haksız duruma düşebiliyorsunuz. Bütün doğrularınız kamuoyuna yanlış olarak aktarılabiliyor ve bütün yanlışlarda kamuoyu tarafından yegane doğru kabul edilip, baştacı yapılabiliyor.
Algı Yönetiminin kullandığı en önemli materyaller, televizyon yayıncılığı ve sosyal medya olarak karşımıza çıkıyor. Şayet, televizyon dünyasında iyi yalan söyleyebilen, iyi yalan kurgulayabilen ve kurgulamış olduğu yalanları profesyonelce, gerek bilinç düzeyinde, gerek bilinçaltı düzeyinde kamuoyuna lanse edebilen güçler, savaşlarını kendi belirledikleri kurallar ve oyunlar çerçevesinde, rakibine yaşam hakkı bile tanımadan kazanabiliyor. Medya dediğimiz bu güç sayesinde, son yüz yılın dünyasında sınırlar, güç dengeleri, ekonomik zenginlik, liderler ve benzeri birçok unsur değişti veya hakim güçler tarafından değiştirildi.
Algı Yönetimi isimli bu silahın kullanılması şu şekilde oluyor. Öncelikle kendine düşman olarak belirlemiş olduğu kişi, kurum, devlet hakkında inandırıcı bir yalan bulacaksın. Bu yalana önce sana destek verebilecek çevreleri ve dostlarını inandıracaksın. Daha sonra bu yalanın tanıtım ve reklamını yapacaksın. Tanıtım ve reklam esnasında her türlü ajitasyon teknikleri ve dramatik unsurlar kullanılabilir. Daha sonra hedefin çevresindeki hedefi koruyabilecek veya sahip çıkabilecek dostlarını bu yalana inandıracaksın. Bu esnada, bu faaliyetlere paralel olarak, kendi yalanlarını da gerçek diye önce kendi çevrenle, daha sonra da hedefin çevresiyle köpürterek paylaşacaksın. İş son darbeyi vurmaya geldiği zaman artık orada soğuk veya sıcak harp teknikleri devreye girer.
Ne demek istediğimi yakın tarihimizdeki bir hadise üzerinden örneklendirelim. Amerika, Irak petrollerini yemeyi aklına koymuştu. Ve bunun için, ortaya sağlam bir yalan attı. Yalanın sağlamı olur mu demeyin. Dünya kamuoyunun neredeyse tamamını inandırdığına göre sağlam demekti. "Irak'ta nükleer silahlar, nükleer başlıklı füzeler var!" yalanını ortaya attı. Önce Amerika kamuoyunu, yapılan seri yayınlar neticesinde inandırdı. Irak kamuoyuna Saddam'dan kurtulmaları halinde, ülkeye demokrasi ve özgürlük geleceği daha fazla refah içerisinde yaşayacakları yalanını, içerideki işbirlikçilerin diliyle yaydı. Neticede, kendi kamuoyunu ve Irak kamuoyunu yanına alıp hedefe giden yoldaki Saddam'ı yalnızlaştırırdı. Akabinde de, Irak'a askeri müdahale ile hedefine ulaşıp petrollerin üstüne kondu. Bu esnada, dünya kamuoyu da körfezde petrole bulanmış karabatak kuşuna humanist duygularla gözyaşı döküyordu. Bu gibi örnekleri çoğaltabiliriz. İç dünyamıza inecek olduğumuz zaman, 60 ihtilaline giden yolun aynen bu teknikler kapsamında döşendiğini söyleyebiliriz. 80 ihtilali öncesi ülkedeki iç karışıklıkların yine aynı kurgunun bir ürünü olduğunu ifade edebiliriz. Günümüze geldiğimizde artık bu ülke insanına düşmanlık eden güçlerin, Büyük İsrail Devleti'ne!!! giden yolda en büyük engel olarak görülen Türkiye'yi ekarte ederek hedefe ulaşmayı amaçlayan güçlerin, algı yönetimi denilen dünyanın en tehlikeli silahını daha farklı modelleri ile beraber kullandıklarını görüyoruz. Algı yönetimi en tehlikeli silah olmanın yanı sıra en gayri ahlaki yöntemleri kullanması açısından da en yıkıcı ve kitleleri etkileyen, bir kitle imha silahıdır. Şayet medya gücünüz elinizde ise ve iyi yalan söyleyen profesyonelleriniz de var ise hainleri kahraman, kahramanları hain olarak gösterebilirsiniz. Hırsızları dürüstlük abidesi, dürüstleri de yok edilmesi gereken insanlığın başına gelmiş büyük bir tehlike veya felaket olarak lanse edebilirsiniz. Veya gündemde sizin aleyhinize olan bir hadisenin üzerini kapatarak, dikkatleri başka bir odağa yönlendirebilirsiniz. Bunun en bariz, en çarpıcı örneğini 15 Mart'ta gerçekleşen Yeni Zelanda'nın Christchurch kentinde ki camii saldırılarının hemen akabinde yaşadık. Konuşulması, tartışılması, gündem olması gereken, Hristiyan Haçlı Terörü, İslama duyulan tarihi kin ve öldürülen masum elli Müslüman olması gerekirken; gündem bir anda Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern'in başındaki yarım yamalak başörtüsüyle örtüldü ve bakışlarımız başbakanın gözyaşlarına çevrildi. Ülkemizdeki birçok hadisede de aynı silahla vuruyoruz. Kırk yıldır ülkemizin doğu ve güneydoğusunda devam eden teröre karşı mücadele veriyoruz. Fakat bu mücadelede de kamuoyu olarak bakışlarımızı terör örgütü ve terör örgütünü destekleyen, yanındaki, yakınındaki güçler ile terör örgütünü kullanan arkasındaki asıl güce yönlendirmemiz gerekirken; nazarı dikkatimizi çoğu zaman iç politika ile günübirlik gelişmelerle dağıtabiliyorlar. Son yaşanılan hadisede, geçen hafta, Hakkari'de 4 vatan evladımızı daha istiklalimiz uğruna şehit verdik. Saldırının zamanlamasını, dış ve iç politik gelişmelerle ilgili bağlantısını konuşmamız gerekirken; Ankara'nın Çubuk ilçesi Akkuzulu köyündeki Şehit Sözleşmeli Piyade Er Yener Kırıkcı'nın cenazesinde, ipi hakim güçler tarafından tutulan bir kuklaya atılan yumruğu konuşur olduk. Hiç kimse ne şehidimiz Yener Kırıkçı ve onunla beraber hakka yürüyen diğer 3 vatan evladından, ne de az önce ifade ettiğim gibi terör saldırısının zamanlaması iç ve dış politik unsurlarla bağlantısından bahsetmiyor. Algı yönetiminde kamuoyu, perdenin önündeki soytarılarla meşgul edilirken, soytarıları sahneye sunan yönetmenler perde arkasında, amiyane tabirle malı götürüyor olmasın? Tiyatrocular arasında bir söz vardır "Asıl tiyatro perdenin arkasında, kuliste oynanır" diye. Biz, bakışlarınızı medyanın bize gösterdiği perdenin önünde ki soytarılardan daha ziyade; "Perde arkasında kulislerde neler dönüyor, hangi oyunlar çalışılıyor, planlanıyor, nihai hedef ne ve biz hedefin neresine denk düşüyoruz?" konularına, sorularına inmemiz gerekiyor. Yoksa yapmış olduğumuz İHA'larımızı, SİHA'larımızı, üretmiş olduğumuz takılarınızı, füzelerimizi kullanmaya bile fırsat kalmadan, Algı Yönetimi silahı ile kitlesel bir imhaya maruz kalabiliriz. Saddam'ın da elinde -nükleer silahlar yoktu ama- savaş uçakları, tankları, topları, iyi donatılmış bir ordusu vardı. Fakat, Algı Yönetimi ile Saddam'ın ordusu, kitlesel bir imha ile yok edildiği için hiçbir uçak havaalanamadan, hiçbir tank yürüyemeden, hiçbir top ateşlenemeden Bağdat ve Saddam düştü. Algı Yönetimi silahına karşı en etkili silah olarak Allah CC. Kur'an-ı Kerim'de iki savunma sistemi öneriyor. Birincisi: Fasıkların getirdiği haberlere iyice araştırmadan inanmamak. İkincisi: Düşmanın silahıyla silahlanmak. Eğer biz gerek kendi kamuoyumuzun algısını, gerekse çevremizdeki dost ve düşmanların kamuoyu algısını yönetemezsek; başkalarının güttüğü, canı istediği zaman kesip yediği yada sattığı bir sürü haline geliriz. Yenilmemek ve yenilmemek istiyorsak, medyamız, televizyonlarımız milli ve yerli olmak zorunda. Sosyal medyayı düşmanlarımızdan çok daha aktif kullanmak zorundayız. Şayet, sosyal medyanın vanası düşmanın elinde ise kendi vanamızı kendimiz tutup, kendi borumunuzu kendimiz döşeyip, kendi borumuzu öttürmek zorundayız. Yoksa hücum borusu çalınca uyanmak zorunda kalırsak iş işten geçmiş olur.