Bizler için Ağustos ayının farklı bir yeri var. Tevafuka bakın ki, tarihimize iz düşmüş, milletimiz açısından önemli dönüm noktaları olan birçok gün bu ayda toplanmıştır. Anadolu’yu vatan edişimize vesile olan Malazgirt Zaferi, ağustos ayında gerçekleşmiştir. Muharebesinin ardından akın akın Anadolu’ya gelen ecdadımız, bu özel toprakları yurt edinmişlerdir. Yine ağustos ayı içerisinde gerçekleşen Çaldıran ve Mercidabık zaferleriyle de hilafetin önünün açılması, İpek yolunun denetimin sağlanması başta olmak üzere birçok başarı elde edilmiştir.
Yakın tarihimizde ise bu ayda oldukça güzel bir güne imza atılmıştır. Milletimizin istiklal mücadelesini bütün dünyaya haykırdığı bir gündür 30 Ağustos.
Kurtuluş savaşımızın dönüm noktası ve kaderinin çizildiği gün olan bu tarih , Anadolu’nun Çanakkale’den sonra tekrar şahlanışıdır.
Kara günlerin bitişi olan bu günün ertesinde “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” emriyle düşmanın yurttan atılışının adıdır 30 Ağustos.
Güzel Anadolu’muzun zafer çelenkleriyle bezendiği günün yıldönümü vesilesiyle Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kahraman gazilerimizi ve şehitlerimizi hürmet, minnet ve şükranla anıyor, tüm insanımızın 30 Ağustos Zafer bayramını kutluyorum.
Dünya Barış Pardon Savaş Günü
Yaşlı dünya geçmişin birçok yılında olduğu gibi günümüzde de oldukça ironik bir Dünya Barış Günü’nü kutlayacak. 1 Eylül’de medeni ve gelişmiş ülkeler (?) sözde barış gününü anarken , başka yerlerde çoktan insanlığın öldüğüne şahit olacağız.
Özünde oldukça anlamlı olması gereken bu günde, bizzat savaşı çıkartanlar tarafından barış getirilmek için uçaklarla sivil halk hedef alınmadan (?) bombalar atıldığını göreceğiz.
Böylesi bir güne böylesi bir kutlama ne kadar da yakışıyor değil mi?
Bir yanda dünyanın en önemli değerlerinden biri olan barış, diğer yanda insanlığın utanç kavramı savaş.
Bir yanda insanın en temel hakkı olan yaşam diğer yanda tabii olanının bile zor geldiği ölüm.
Bir yanda Şii olduğu için öldürülenler, bir yanda Sünni diye kimyasal bomba atılanlar.
Bir yanda çoğunluğu Müslüman olan bir halk, diğer yanda neredeyse tamamı Hıristiyan veya Yahudi olan yöneticiler.
Bir yanda yoklukla, acıyla yaşamaya çalışan ve bombaların altında uyuyan halk, diğer yanda fildişi kulelerinde adeta fal bakar gibi yorumda bulunan ve kararlar alan toplum mühendisleri.
Bir yanda oluşturulacak yeni düzende, ne gibi yeni perişanlıklarla karşılaşacağını bilemeyen mustazaflar diğer yanda her felaketten sonra daha çok zenginleşen ve halkların acılarıyla huzura eren müstekbirler…
Örnekleri daha da arttırarak listeye uzatsak bile sonuç değişmiyor. Zayıflar ezilip, kan ve gözyaşı dökerken zalim olanlar güçleniyor.
İyi ve kötünün savaşında, kişiler, yerler, tarihler değişse de roller aynı kalıyor. İsim kiminde Habil-Kabil’ken bazı zamanda Hüseyin-Yezid oluyor.
Günümüzde ise mazlumun adı Esma, Ahmet yada Mehmet. Ezen ise onlarla sözde aynı inanca ve millete sahip olduğunu iddia eden Beşer, Sisi yada Abdullah. Onların arkasında ise Izak, Tony ve nice türlü isimler.
Dediğim gibi kişiler değişse de sonuçta acı Müslümanlara kalıyor. Allah’ım şuur kaybımı yaşıyoruz, aklımızı mı yitiriyoruz?
Dünya Barış Gününün gölgesinde Suriye’ye bomba atılacak diye neredeyse sevineceğiz.
Kaynağı ve hedefi bin türlü planla yapılan, nerden geldiği belli olmayan bilgilerin ışığında, komşumuz olan insanların veya ülkelerin yok olmasını mı istiyoruz?
Artık Müslüman’ın Müslüman’dan başka dostu olmadığını görelim. Herkesin emperyalist bir güç olduğunu açıkça söylemekten çekinmediği, küresel sermayeyi ve küresel gücü elinde tutan Amerika’nın meydana gelecek olaylardaki tutumunu iyi değerlendirelim.
Nede olsa, A. B.D. yanlışı doğru gibi gösterme konusunda oldukça maharetli. Sinema ve basın gibi bir kozla kendini haklı göstertebiliyor. Dün yurtlarından kovdukları topraklarını işgal ettikleri Kızılderilileri, yalnızca kovboy filmleriyle bile bağnaz, cani, barbar olarak tanıtıp yaptıklarını meşrulaştırıyor.
Aynı şekilde Rambo filmleriyle Vietnam’da yaşadığı yenilgiyi kapatabilirken Afganistan’a müdahalesini doğruymuş gibi lanse ettiriyor.
Demokrasi getirip(!) petrol götürdükleri Irak’la ilgili kim bilir kaç film hazırladılar.
Şimdilerde ise senaryoları azalmış olacak ki film sektörüne yeni bir pencere açarak bir taşla iki kuşun nasıl vurulduğunu canlı örneklerle sunmaktalar.
Planları gayet basit. Müslüman ülkeleri çeşitli fitne konularıyla birbirine düşürecek diğer yanda mazlum Suriye halkına acıların en büyüğünü yaşatacaklar. Sanırım daha sonra da yıktıkları evlerin inşası için gelirler.
Zaman gösterdi ki, kim ne derse desin İslam ümmetinin en büyük kaybı Hilafetin Kaldırılmasıdır. Adeta koruma şemsiyesi görevi gören , birlik ve beraberlik duygusunu inanç üzerinden sağlamlaştıran bu kutsal makam olsaydı yaşananlar daha farklı hale gelebilirdi. İslam inancı mensubu ülkeler böylesine parçalanmazdı.
Bizlere bu acıları yaşatanda , kendine göre Müslümanların hamisi durumuna gelende ne ilginçtir ki Amerika’dır. İçinde bulunulan bu durum ciğerin kediye teslim edilmesidir. Sonuç mu tabi ki ciğer paramparça…
Hayırlı işlerinizde Başarılar Diliyorum